Beden dilimiz, biz iletişim içinde olsak da olmasak da karşımızdaki kişiye belirli mesajlar gönderir. Bitkileri ele alalım; onlar da tıpkı bizler gibi ihtiyaçlarını bazı belirgin hareketlerle belli ederler. Mesela bir bitki yeterli su alamadığı zaman gövdesini büker, çok soğuk bir ortamda ise yapraklarının kenarları kahverengi bir renk alır. Bitkilerin dünyasındaki bu beden dili herkesçe anlaşılabilir dildendir; ancak bitkilerin bazı hareketlerini sadece uzmanlar fark edip anlayabilir.
İnsanlar ve hayvanların bitkilere göre çok daha fazla hareket içeren, geniş bir harekete dayanan iletişim sistemleri vardır. Özellikle bizim, hareketlerimizle ya da vücudumuzun olaylara karşı verdiği tepkilerle anlatamayacağımız şey neredeyse yoktur. Nefes alış verişimiz, derimizdeki renk değişimleri, kaslarımızın hareketleri… Vücudumuzu kullanarak etrafımızdakilerle uyum sağlayabilir ya da onları kendimizden uzaklaştırabiliriz. Kullandığımız bu hareketler, genellikle kendi kültürümüzdeki yaşıtlarımızı gözlemleyerek kazandığımız hareketlerdir.
Peki beden dili bize diğer insanlar hakkında ne tür ipuçları verir? Eğer bir kültür hakkında yeterli bilgiye sahipsek o kültüre dahil bireylerin hareketlerini, mimiklerini ve grubun diğer üyeleri ile girdikleri ikili ilişkilerdeki göz temaslarını doğru bir şekilde anlamlandırabiliriz. Bu anlamlandırmalar sonucunda belki bu insanların kafalarından tam olarak ne geçtiğini kestiremeyebiliriz; ama genel hatlarıyla o an amaçlarının ne olduğunu ya da ne hissettiklerini anlayabiliriz.
Eğer yanınızdaki birinde size yabancı gelen bir beden dili gözlemlerseniz ona bu hareket ve duruşların ne ifade ettiğini sorun. Muhtemelen verdiği cevap güvenilir olacaktır. Bu hareketleri ileriki bir dönemde tekrarlarsa ona daha önce verdiği cevabın hala geçerli olup olmadığını sorun. İlk yaptığınız gözlem ile sonraki gözleminizi birleştirmeniz, karşınızdaki birey hakkında kendinize bir “ölçü” belirlemeniz demektir. Bu ölçüye göre artık bu kişinin hareketlerini farklı ortamlarda bile anlamlandırabilir, kişinin içsel durumunu o an kavrayabilirsiniz. Bu yöntemle çalışanlarınızın ihtiyaçlarını ya da eşlerinizin seçimlerini çok rahat algılayabilirsiniz.
"Bir kadın eğer ayak baş parmağını konuştuğu erkeğe doğru uzatıyorsa bu onu etkilemeye çalıştığını gösterir.”, “Kollarını kavuşturmuş şekilde oturan insanlar yeniliklere kapalı insanlardır.” gibi genellemeleri elbette ki duymuşsunuzdur. Ancak bir kişinin beden dilini, gözlemleme yapmadan, ona özel bir “ölçü” belirlemeden, genellemelere göre anlamlandırmak doğru değildir.
Mesela; karşı cins arasında olan çekimden bahsedelim: İnsanlar hoşlandıkları kişiler ile sohbet ederken göz bebekleri büyür, kızarırlar.ve konuştukları kişiye doğru yakınlaşırlar. Fakat tüm bu hareketler aynı zamanda çok ilgisini çeken bir konu hakkında konuşan insanlarda da gözlemlenebilir. İki durum da birbiriyle alakalı olabilir; ancak bu yine de belirli hareketlerin belirli anlamlara dayandığı manasına gelmez.
Hiç tanımadığınız bir insan birden kıpkırmızı kesilip elini kolunu sallamaya başlarsa bunu hemen size kızgın olduğu şeklinde yorumlamayın. Belki de sadece içeri giren sineği yakalamaya çalışıyor; kim bilir. Kızgın bile olsa belki de kızgınlığının sebebi bambaşka bir şey. Başkalarının hareketlerini yorumlarken tahminlerde bulunmaya “zihin okuma” denir ve bunu hemen hemen hepimiz yaparız. Ancak bazılarımız etrafımızdakileri gözlemleyip “ölçü” oluşturmadan “zihin okumak”tan kaçınır. Zaten asıl doğru olan da budur.
Diğer insanların beden dillerini kullanarak çevremize uyum sağlamamızı kolaylaştırabiliriz. “Zihin okumak” yerine tüm ilgimizi bireye yoğunlaştırıp tüm ön yargılardan ve eleştirel iç sesimizden uzaklaşabilirsek o zaman karşımızdakinin beden dilini çok daha doğru bir şekilde anlamlandırabiliriz. Bu beden dilini kendimize de entegre edebilirsek (kastedilen taklit etmek değil de, sadece özümsemek) çevremiz içinde çok daha rahat hareket edebiliriz.
Vurgulanması gereken çok önemli bir nokta var: Çıkardığımız, iletişim amaçlı olmayan sesler kesinlikle beden diline dahil değildir; ama bu sesleri hareketler etkili bir şekilde birleştirirsek bu hareketlerin yarattığı anlam ve etkiler güçlenebilir. Ancak bu konuda da uyum sağlamak adına taklitten kaçının. Başka birinin çıkardığı sesleri taklit ederek grup içerisine kabul edilemezsiniz.
Tekrar beden diline dönersek eklenebilecek son şey şu olabilir: Beden dilinizin konuştuğunuz kişiler tarafından olumlu şekilde algılanmasını istiyorsanız sadece onlara ve konuşulan konuya gerçekten ilgili olduğunuzu belli edin. Bu çabanız sayesinde ortaya çıkacak tüm hareketleriniz, mimikleriniz ve duruşunuz zaten otomatik olarak karşınızdakine olumlu mesajlar gönderecektir.
bura
8.3.10
bura
Yeni Evlenenler İlk Gece Cima Yapmadan (Cinsel İlişkiden Önce) Okunması Gereken Dualar
Evlilikte Cima Etmeden Önce(Cinsel İlişkiden Önce) Okunması Gereken Dualar
Dâmad, gelinin yanına girince, ikisi de, 2 rek’at namaz kılmalıdırlar. Sonra dâmad, gelinin kâkülünden tutup: “Allahümme bârik lî fî ehlî ve bârik lî ehlî fiyye, Allahümmerzuknî minhâ verzukhâ minnî. Allahümmecma’beynenâ mâ cema’te fî hayrin ve ferrik beynenâ izâ ferrakte fî hayrin” duâsını okur. Onunla cima edeceği zaman: “Allahümme bismike estahleltü fercehâ ve bi emânetike ehaztühâ. Allahümme femâ kadayte şey’en min rahmihâ fec’alhü bârren takıyyen, vez’alhü müslimen seviyyâ ve lâ tec’alhü müfsiden şerîken liş-şeytanî” der.
Biri de, cima’ ederken şeytandan Allahü teâlâ’ya sığınmaktır. Bu esnâda şöyle der: “Bismillâhi Allahümme cennibnâ-ş-şeytâne ve cennibi-ş-şeytâne mâ razaktenâ”, ya’ni şeytanı bizden ve bize verdiğin çocuktan uzak eyle der. Bu durumda kendilerine çocuk verilirse, şeytan ona zarar veremez
bura
Dâmad, gelinin yanına girince, ikisi de, 2 rek’at namaz kılmalıdırlar. Sonra dâmad, gelinin kâkülünden tutup: “Allahümme bârik lî fî ehlî ve bârik lî ehlî fiyye, Allahümmerzuknî minhâ verzukhâ minnî. Allahümmecma’beynenâ mâ cema’te fî hayrin ve ferrik beynenâ izâ ferrakte fî hayrin” duâsını okur. Onunla cima edeceği zaman: “Allahümme bismike estahleltü fercehâ ve bi emânetike ehaztühâ. Allahümme femâ kadayte şey’en min rahmihâ fec’alhü bârren takıyyen, vez’alhü müslimen seviyyâ ve lâ tec’alhü müfsiden şerîken liş-şeytanî” der.
Biri de, cima’ ederken şeytandan Allahü teâlâ’ya sığınmaktır. Bu esnâda şöyle der: “Bismillâhi Allahümme cennibnâ-ş-şeytâne ve cennibi-ş-şeytâne mâ razaktenâ”, ya’ni şeytanı bizden ve bize verdiğin çocuktan uzak eyle der. Bu durumda kendilerine çocuk verilirse, şeytan ona zarar veremez
bura
bura
Kabe'yi ilk inşa ettirenin Hz.İbrahim olduğu bilinmektedir. Yapı olarak 145 metrekarelik bir alana sahiptir. Yüksekliği 16 metredir. 630 yılında yüksekliğinin bundan daha az olduğunu Mekke'nin fetih günü Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (SAV), damadı Hz. Ali'yi omuzlarına çıkarıp onun da Kâbe'nin üzerindeki putları aşağı indirip kırdığına dair rivayet edilen hadisten anlıyoruz.
İslamiyet'ten önce de Araplar tarafından kutsal sayılan Kabe'de putlar bulunmaktaydı. Mekke'nin fethinden sonra (630) putlar atılmıştır. Yezid ve İbn-i Zübeyr savaşında Kâbe mancınık atışından isabet alarak yıkılmış ve yanmıştı. İbn-i Zübeyr Kâbe'yi yıkıp yeniden inşa etti. Mervan döneminde ise Kâbe eski haline döndürüldü.
Kanuni tarafından onarılan Kabe, 5. onarımını I. Ahmed döneminde görmüş, IV. Murad döneminde yine sel baskını sonucu yıkılmış ve hemen onarılmıştır. Kabe'nin içinde 9 adet oyma, 1 adetaltın kabartma Ayet, işlemeli tahta bir sandık, oymalı ve içinde tütsü yakılan tarihi bir ocak, metal zemzem testileri ve kandiller bulunuyor.
Kaynak: SAMANYOLUHABER.COM
bura
Kabenin İçinin Resmi,Mekke Kabenin İçinden Çekilmiş Fotoğrafları
Kabe'yi ilk inşa ettirenin Hz.İbrahim olduğu bilinmektedir. Yapı olarak 145 metrekarelik bir alana sahiptir. Yüksekliği 16 metredir. 630 yılında yüksekliğinin bundan daha az olduğunu Mekke'nin fetih günü Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (SAV), damadı Hz. Ali'yi omuzlarına çıkarıp onun da Kâbe'nin üzerindeki putları aşağı indirip kırdığına dair rivayet edilen hadisten anlıyoruz.
İslamiyet'ten önce de Araplar tarafından kutsal sayılan Kabe'de putlar bulunmaktaydı. Mekke'nin fethinden sonra (630) putlar atılmıştır. Yezid ve İbn-i Zübeyr savaşında Kâbe mancınık atışından isabet alarak yıkılmış ve yanmıştı. İbn-i Zübeyr Kâbe'yi yıkıp yeniden inşa etti. Mervan döneminde ise Kâbe eski haline döndürüldü.
Kanuni tarafından onarılan Kabe, 5. onarımını I. Ahmed döneminde görmüş, IV. Murad döneminde yine sel baskını sonucu yıkılmış ve hemen onarılmıştır. Kabe'nin içinde 9 adet oyma, 1 adet
Kaynak: SAMANYOLUHABER.COM
bura
bura
Karanlık Madde Nedir,Karanlık Maddenin Keşfi
Amerikalı astronomlar, kainatın yaklaşık dörtte birini oluşturan karanlık maddeden oluşan bir halka tespit etti. Bu keşif, bu esrarengiz maddenin varlığını gösteren en çarpıcı kanıt..
Araştırma ekibinde yer alan Johns Hopkins üniversitesinden uzman James Lee, 'Karanlık maddeyi, galaksiler ve gazlardan ayrı bir yapı olarak ilk kez tespit ettik' dedi. Amerikalı bilim adamı, 'Görünmez olmasına rağmen, bu madde daha önce kainatın başka yerlerinde bulunmuştu. Galaksi kümelerini oluşturan sıcak gazlar ve galaksilerden bu denli ayrı olarak ise hiç gözlenmemişti.' diye konuştu.
Amerikalı astronomlar, 2006 yılının ağustosunda iki galaksi kümesinin çarpışmasını gözlemlerken karanlık maddenin varlığını tespit ettiklerini açıklamıştı.
'Hubble' teleskopu sayesinde keşfedilen karanlık madde halkasının çapı 2.6 milyon ışık yılı olarak hesaplandı. Kuşak, Yer'den 5 milyar ışık yılı ötedeki 'ZwC100024 1652' galaksi kümesinde bulunuyor. Işık, bir yılda yaklaşık 9.5 trilyon kilometre yol alıyor.
Bilim adamlarına göre, kainatın %70'i kara (karanlık) enerji, %25'i kara (karanlık) madde, kalan yüzde 5'i de bildiğimiz sıradan maddeden oluşuyor.
bura
Araştırma ekibinde yer alan Johns Hopkins üniversitesinden uzman James Lee, 'Karanlık maddeyi, galaksiler ve gazlardan ayrı bir yapı olarak ilk kez tespit ettik' dedi. Amerikalı bilim adamı, 'Görünmez olmasına rağmen, bu madde daha önce kainatın başka yerlerinde bulunmuştu. Galaksi kümelerini oluşturan sıcak gazlar ve galaksilerden bu denli ayrı olarak ise hiç gözlenmemişti.' diye konuştu.
Amerikalı astronomlar, 2006 yılının ağustosunda iki galaksi kümesinin çarpışmasını gözlemlerken karanlık maddenin varlığını tespit ettiklerini açıklamıştı.
'Hubble' teleskopu sayesinde keşfedilen karanlık madde halkasının çapı 2.6 milyon ışık yılı olarak hesaplandı. Kuşak, Yer'den 5 milyar ışık yılı ötedeki 'ZwC100024 1652' galaksi kümesinde bulunuyor. Işık, bir yılda yaklaşık 9.5 trilyon kilometre yol alıyor.
Bilim adamlarına göre, kainatın %70'i kara (karanlık) enerji, %25'i kara (karanlık) madde, kalan yüzde 5'i de bildiğimiz sıradan maddeden oluşuyor.
bura
bura
Punt Ülkesi Neredeydi?
Zaman: İÖ yaklaşık 2450-1170
Mekân: Somali/Sudan/Etiyopya?
Yüzümü tanyerine çevirerek sana bir harika yarattım. Bütün kokulu çiçekleriyle Punt topraklarını senden huzur istemek ve senin verdiğin havayı solumaları için sana getirdim. III. AMENHOTEP'IN MEZAR TAPINAĞINDAKİ KİTABEDEN.
Kral Sahure'nin hükümdarlığından (İÖ yaklaşık 2450) III. Ramses zamanına kadar (İÖ yaklaşık 1170), en az bin üç yüz yıl eski Mısırlılar düzenli olarak Punt diye bildikleri bir bölgeye ticari seferler yapmışlardır. Punt'un Mısır'ın güneyinde bir yerde olduğu bilinmekteyse de, çağdaş bilimadamları bunun tam yerini ve Mısır ticari heyetlerinin hangi kara ve deniz yolundan gittikleri konusunu uzun zamandır tartışmaktadırlar.
Punt ülkesi ve halkı hakkındaki bilgimiz metinlerden ve resimlerden gelmektedir. Resimlerde çizilmiş sahneler ve kazınmış yazılar, tüccarların oraya altın, aromatik reçineler, ince tahtalar, fildişi ve vahşi hayvanlar (zürafa, maymun ve babunlar) gibi egzotik şeyler almak üzere gönderildiğini göstermektedir. Bazı Yeni Krallık tapınak ve mezarlarındaki resimlerde Puntlar, koyu kızıl tenli ve ince yüz hatlı insanlar olarak gösterilmiştir. Bunlar daha eski dönemlerden kalma resimlerde uzun saçlıyken, 18. Hanedan sonrasından başlayarak daha kısa saçlı olarak resmedilmişlerdir.
Punt, bir zamanlar günümüz Somali'si olarak düşünülmüşse de, artık Punt Ülkesi'nin, resimlerdeki ve röliyeflerdeki bitki ve hayvanların daha çok bulunduğu Güney Sudan'da ya da Etiyopya'nın Eritre bölgesinde olduğu iddia edilmektedir.
Deyr el-Bahri'de Hatşepsut Tapmağı'ndaki röliyeflerde Punt hükümdarı Parahu ile karısı Ati (solda) ve kadını taşıyan semerli eşek (sağda) görülüyor. Bu dönemde Mısırlılar ataya da eşeğe fazla binmiyorlardı.
bura
Punt Ülkesi İsadan Önce 2450-1170 Somali/Sudan/Etiyopya
Punt Ülkesi Neredeydi?
Zaman: İÖ yaklaşık 2450-1170
Mekân: Somali/Sudan/Etiyopya?
Yüzümü tanyerine çevirerek sana bir harika yarattım. Bütün kokulu çiçekleriyle Punt topraklarını senden huzur istemek ve senin verdiğin havayı solumaları için sana getirdim. III. AMENHOTEP'IN MEZAR TAPINAĞINDAKİ KİTABEDEN.
Kral Sahure'nin hükümdarlığından (İÖ yaklaşık 2450) III. Ramses zamanına kadar (İÖ yaklaşık 1170), en az bin üç yüz yıl eski Mısırlılar düzenli olarak Punt diye bildikleri bir bölgeye ticari seferler yapmışlardır. Punt'un Mısır'ın güneyinde bir yerde olduğu bilinmekteyse de, çağdaş bilimadamları bunun tam yerini ve Mısır ticari heyetlerinin hangi kara ve deniz yolundan gittikleri konusunu uzun zamandır tartışmaktadırlar.
Punt ülkesi ve halkı hakkındaki bilgimiz metinlerden ve resimlerden gelmektedir. Resimlerde çizilmiş sahneler ve kazınmış yazılar, tüccarların oraya altın, aromatik reçineler, ince tahtalar, fildişi ve vahşi hayvanlar (zürafa, maymun ve babunlar) gibi egzotik şeyler almak üzere gönderildiğini göstermektedir. Bazı Yeni Krallık tapınak ve mezarlarındaki resimlerde Puntlar, koyu kızıl tenli ve ince yüz hatlı insanlar olarak gösterilmiştir. Bunlar daha eski dönemlerden kalma resimlerde uzun saçlıyken, 18. Hanedan sonrasından başlayarak daha kısa saçlı olarak resmedilmişlerdir.
Punt, bir zamanlar günümüz Somali'si olarak düşünülmüşse de, artık Punt Ülkesi'nin, resimlerdeki ve röliyeflerdeki bitki ve hayvanların daha çok bulunduğu Güney Sudan'da ya da Etiyopya'nın Eritre bölgesinde olduğu iddia edilmektedir.
Deyr el-Bahri'de Hatşepsut Tapmağı'ndaki röliyeflerde Punt hükümdarı Parahu ile karısı Ati (solda) ve kadını taşıyan semerli eşek (sağda) görülüyor. Bu dönemde Mısırlılar ataya da eşeğe fazla binmiyorlardı.
bura
bura
Abant Gölü Hakkında Bilgi,Abant Gölü Resimleri,Bolu Abant Gölü
Türkiye'nin kuzeybatı kesiminde, Bolu ilinin güney batısında etrafı çamlık tepelerle çevrili, tabii manzarası çok güzel bir göl. Batı Karadeniz sıradağlarına dahil, Bolu, Düzce ve Mudurnu arasında uzanan Abant Dağlarının kuzey batısında olup, Bolu'nun 34 kilometre güney batısında yer alır. Yüzölçümü 1.28 kilometrekaredir. Denizden yüksekliği 1298 metredir. Abant Deresi vadisinde heyelan sonucu meydana gelmiş set (tabii baraj) gölüdür. Suyunun bir kısmı Abant Deresi ile Bolu Çayına dökülür. Suyu, tatlı ve durudur. Gölün suyu o derece berraktır ki, 20-25 metre derinlikteki taşlar görülür. Etraftaki çamları ve yeşilliği bir ayna gibi aksettirir.
Gölün etrafı çam, kayın, gürgen ve köknar ağaçları ile süslüdür. Kuzeybatı bölümünde geniş bir alanı kaplayan yarı bataklık, hızla genişleyerek zamanla gölün daralmasına sebep olmuştur.
Kıyı boyunca 7600 metre uzunluğunda bir gezinti yolu vardır. Gölde sandal, kayık ve motorla gezilir. Şiddetli kışlarda göl buz tutar. Etrafını çevreleyen dağlar kış sporlarına elverişli olmasına rağmen, bu yönde fazla bir faaliyet yoktur. Etrafında turistik oteller, dinlenme evleri ve halka açık piknik yerleri vardır.
Göl, İstanbul-Ankara yoluna 25 kilometreyi bulan asfalt bir yolla bağlıdır. Bu yolun her iki tarafı çam ormanıdır. Yayla havası, çam kokusu fevkalade manzarası ile görülmeye değer bir yerdir.[1]
bura
Gölün etrafı çam, kayın, gürgen ve köknar ağaçları ile süslüdür. Kuzeybatı bölümünde geniş bir alanı kaplayan yarı bataklık, hızla genişleyerek zamanla gölün daralmasına sebep olmuştur.
Kıyı boyunca 7600 metre uzunluğunda bir gezinti yolu vardır. Gölde sandal, kayık ve motorla gezilir. Şiddetli kışlarda göl buz tutar. Etrafını çevreleyen dağlar kış sporlarına elverişli olmasına rağmen, bu yönde fazla bir faaliyet yoktur. Etrafında turistik oteller, dinlenme evleri ve halka açık piknik yerleri vardır.
Göl, İstanbul-Ankara yoluna 25 kilometreyi bulan asfalt bir yolla bağlıdır. Bu yolun her iki tarafı çam ormanıdır. Yayla havası, çam kokusu fevkalade manzarası ile görülmeye değer bir yerdir.[1]
bura
bura
Define Arama,Define Bulma Yolları,Definecilik Nasıl Yapılır
Define :isim (defi:ne) Arapça def³ne ; Toprak altına gömülerek saklanmış para veya değerli şeyler, gömü. (TDK)
Definecilik ve arkeolojide kazıya başlamadan önce ilk çalışması yüzey araştırması yapma ve bulduğu bulguları değerlendirme işidir.
İnsanlar yaşadıkları topraklarda iz bırakırlar, orijinal doğaya yapılan her bir müdahale bir iz bir tabaka oluşturur.Bu tabakaların üzerinde ne kadar zaman geçerse geçsin orijinal doğya göre farklılık oluşturur. Bu farklılıklar aşağıda anlattığımız şekillerde anlaşılır.
müdahale edilmiş ve orijinali bozulmuş tabaka üzerinde yetişen bitki boyları sap kalınlıkları, köklerin kalınlıkları orijinal tabii katmana göre farklı olur. yumuşaktır kolay ve rahat kazılır. Yine insanlar tarafında müdahele edilmiş kayaların yüzeylerinde oluşan yosun tabakası açık renkli ve gençtir.
Şahis gömüleri ve kaya mezarları direkt olarak kaya içine yapıldığından kayaların yüzeyinde oluşan farklı tabakaları titizlikle incelenmelidir. bu tür yerlerin sonrada kapatılan kaya etrafında kirli beyaz yada yeşilimtırak renkte bir katman oluşur.
Yer altına gömülen muhtelif maddenler (altın hariç) zaman içinde yanar ve olarak gaz oluşturur, bu gaz yer yüzüne çıkmak için üst katmanları zorlar ve katmanın zayıf noktasına sızarak atmosfere dağılır, bu tür gazın sızdığı yerde bitki tabakası farklı olur, ya ot yetişmez, toprak yapısı çorak gibi dir, ya erken sararır, erken kurur kurumasa bile renkleri sarıya yakın yeşillikte olur.
Kışın karın lapa lapa yağdığı zaman yüzeysel araştırma yapmak çoğu zaman başarıya götürür.Toprak yüzeyine sızan gaz karın erken erimesine yada kar tutmamasına nedenolur. kar tutsa bile kendi çevresine göre geç tutar erken erir,
Doğal tabakaya göre farklılık oluşturan her bir tabaka bulgu birer ip ucudur, bu ip uçlarının sağlıklı bir biçimde değerlendirilmesi gerekir.
Görüldüğü gibi definecilik kolay bir iş değil,bilgi tercube ve titiz bir çalışma ister, bu nedenle araştırma yapılan alanlar üzerinde orijinal doğaya aykırı olan, insanların müdahalesi sonucunda oluşan katmanlara odaklanmalıdır
Bir Yerde Define Olup olmadığını Anlamak İçin Okuncak Dua İçin Buraya Tıklayın
bura
Definecilik ve arkeolojide kazıya başlamadan önce ilk çalışması yüzey araştırması yapma ve bulduğu bulguları değerlendirme işidir.
İnsanlar yaşadıkları topraklarda iz bırakırlar, orijinal doğaya yapılan her bir müdahale bir iz bir tabaka oluşturur.Bu tabakaların üzerinde ne kadar zaman geçerse geçsin orijinal doğya göre farklılık oluşturur. Bu farklılıklar aşağıda anlattığımız şekillerde anlaşılır.
müdahale edilmiş ve orijinali bozulmuş tabaka üzerinde yetişen bitki boyları sap kalınlıkları, köklerin kalınlıkları orijinal tabii katmana göre farklı olur. yumuşaktır kolay ve rahat kazılır. Yine insanlar tarafında müdahele edilmiş kayaların yüzeylerinde oluşan yosun tabakası açık renkli ve gençtir.
Şahis gömüleri ve kaya mezarları direkt olarak kaya içine yapıldığından kayaların yüzeyinde oluşan farklı tabakaları titizlikle incelenmelidir. bu tür yerlerin sonrada kapatılan kaya etrafında kirli beyaz yada yeşilimtırak renkte bir katman oluşur.
Yer altına gömülen muhtelif maddenler (altın hariç) zaman içinde yanar ve olarak gaz oluşturur, bu gaz yer yüzüne çıkmak için üst katmanları zorlar ve katmanın zayıf noktasına sızarak atmosfere dağılır, bu tür gazın sızdığı yerde bitki tabakası farklı olur, ya ot yetişmez, toprak yapısı çorak gibi dir, ya erken sararır, erken kurur kurumasa bile renkleri sarıya yakın yeşillikte olur.
Kışın karın lapa lapa yağdığı zaman yüzeysel araştırma yapmak çoğu zaman başarıya götürür.Toprak yüzeyine sızan gaz karın erken erimesine yada kar tutmamasına nedenolur. kar tutsa bile kendi çevresine göre geç tutar erken erir,
Doğal tabakaya göre farklılık oluşturan her bir tabaka bulgu birer ip ucudur, bu ip uçlarının sağlıklı bir biçimde değerlendirilmesi gerekir.
Görüldüğü gibi definecilik kolay bir iş değil,bilgi tercube ve titiz bir çalışma ister, bu nedenle araştırma yapılan alanlar üzerinde orijinal doğaya aykırı olan, insanların müdahalesi sonucunda oluşan katmanlara odaklanmalıdır
Bir Yerde Define Olup olmadığını Anlamak İçin Okuncak Dua İçin Buraya Tıklayın
bura
bura
Atatürk'ün Sanatla İlgili Düşünceleri
Büyük Önder Atatürk, Cumhuriyet'in kuruluşunun ardından, toplumsal dehasını bir kez daha göstererek Türk Ulusunun kültürel alanda da gelişiminin şart olduğunu belirtmiş, kültür ve sanat alanında da birçok yenilik getirmiştir. Türkiye'de yüksek bir medeniyet seviyesine ulaşılması hedefini yakalayan Atatürk, sanata verdiği önemle modern Türk sanatlarının öncüsü ve mimarı olmuştur.
Daha Ankara'da otel, lokanta yokken O Avrupa'ya resim, müzik tahsiline insanları yolladı. Cemal Reşit Rey, Ulvi Cemal Erkin, Adnan Saygun gibi kompozitörler; Çallı İbrahim, Namık İsmail gibi ressamlar bunlardan bazılarıdır (Vedat Nedim Tör, 1923 Sanat ve Bilim Konferansı)
Atatürk, Türkiye'nin yeniden yapılanma döneminde, milli kültürü yansıtan bir sanat anlayışının oluşması adına önemli adımlar atmıştır. Atatürk, sanatın Türk Milleti için önemini şu veciz sözleri ile ifade etmiştir:
"Güzel sanatlarda muvaffak olmak, bütün inkılaplarda başarıya ulaşmak demektir. Güzel sanatlarda muvaffak olamayan milletler ne yazık ki, medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla yer almaktan ilelebet mahrum kalacaklardır."
Atatürk, sanat alanındaki atılımlarda öncelikli olarak mimariyi ele almıştır. Türkiye'nin modern bir mimarisinin olması için Almanya'dan şehir planlamacıları ve mimarlar getirtmiştir. Bu uzmanların yönlendirmeleri sonucu mimari alanda yeni bir yol çizilmesini sağlamıştır. Genel Kurmay Başkanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı binaları bu dönemin ilk ürünleridir.
Atatürk, Türk Milleti'nin sahip olduğu en görkemli yapının milli birlik ve beraberliğin merkezi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin olması gerektiğini belirtmiş ve TBMM binasının çağdaş ve estetik olması için gerekli tüm adımları atmıştır. Bu bina için yurtdışından özel mermerler dahi getirtilmiştir. Türk mimarlarına maddi ve manevi büyük destek veren Atatürk, bu yolla milli mimarlık akımının ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Mustafa Kemal Atatürk, Türk halkının güzel sanatların önemli kollarından resim ve heykeltıraşlıkta da ilerlemesi için birtakım faaliyetler yürütmüştür. Cumhuriyet döneminde tüm Türk ressamlarının, Cumhuriyet ve inkılapları resmetmelerini sağlayarak, milli birliğin sanat alanına yansıması hedefine ulaşmıştır. Tüm Türkiye'de heykel ve anıt dikilmesine başlanması da, onun getirdiği yeniliklerden biridir. Büyük Önder'in bu çalışmaları sonucu, Türkiye'de resim ve heykel sanatları önemli ölçüde gelişme kaydetmiştir.
Türk Milleti'nin sanatsal geçmişine de sahip çıkan Atatürk, 1937 yılında Resim ve Heykel Müzesi'ni açarak, Cumhuriyet öncesi ve sonrası dönemin sanatsal ürünlerini aynı çatı altında biraraya getirmiştir.
Türk müziği, Mustafa Kemal Atatürk'ün önem verdiği bir diğer konu olmuştur. İlk Türk operasının hazırlanması için ünlü müzisyen Adnan Saygun'u görevlendiren Atatürk, Cemal Reşit Rey'e de ilk konservatuarı kurdurmuştur. Türk müziğinin, akademik alt yapısının da güçlü olması gerektiğine inanmış ve eğitim amacıyla genç Türk müzisyenlerini yurt dışına göndermiştir. Bu müzisyenler, geri dönüşlerinde Türkiye'ye dağılarak Türk müziğinin ve dolayısıyla Türk sanatının kalkınmasını sağlamışlardır.
Atatürk bir konuşmasında şöyle demiştir: "Milletimizin güzel sanatlar sevgisini her türlü vâsıta ve tedbirlerle besleyerek inkişâf ettirmek, milli ülkümüzdür."
Atatürk, Osmanlı'dan kalma Sanâyi-i Nefise'yi imâr ettirerek Güzel Sanatlar haline getirmiştir. Ayrıca burada yetişen birçok sanatçıyı kendilerini geliştirmeleri için Avrupa'nın sanat merkezlerine göndermiştir. Resim, heykel ve mimarlık bölümlerinden çok sayıda öğrenci Almanya, Avusturya ve
Fransa'ya gönderilmiştir.
Ata'nın sanatçıya verdiği büyük değeri gösteren bir hatıra da şöyledir: Daha devlet tiyatrosu kurulmamışken, İstanbul'daki şehir tiyatrosu sanatçıları Ankara'ya gelerek o zamanki Türk ocağında temsiller verir. Atatürk de bu temsillerin birinde bulunur ve sanatçıları Çankaya'ya davet ederek ağırlar. Hepsine ayrı ayrı iltifat eder. Ayrılma vakti gelince, Reşit Gâlip sanatçılara, Atatürk'ün elini öperek veda etmelerini söylediğinde, Ata'nın cevabı şu olur: "Hayır, sanatkar el öpmez, sanatkârın eli öpülür."
bura
Mustafa Kemal Atatürkün Sanata Verdiği Önem Ve Sanatla İlgili Düşünceleri
Atatürk'ün Sanatla İlgili Düşünceleri
Büyük Önder Atatürk, Cumhuriyet'in kuruluşunun ardından, toplumsal dehasını bir kez daha göstererek Türk Ulusunun kültürel alanda da gelişiminin şart olduğunu belirtmiş, kültür ve sanat alanında da birçok yenilik getirmiştir. Türkiye'de yüksek bir medeniyet seviyesine ulaşılması hedefini yakalayan Atatürk, sanata verdiği önemle modern Türk sanatlarının öncüsü ve mimarı olmuştur.
Daha Ankara'da otel, lokanta yokken O Avrupa'ya resim, müzik tahsiline insanları yolladı. Cemal Reşit Rey, Ulvi Cemal Erkin, Adnan Saygun gibi kompozitörler; Çallı İbrahim, Namık İsmail gibi ressamlar bunlardan bazılarıdır (Vedat Nedim Tör, 1923 Sanat ve Bilim Konferansı)
Atatürk, Türkiye'nin yeniden yapılanma döneminde, milli kültürü yansıtan bir sanat anlayışının oluşması adına önemli adımlar atmıştır. Atatürk, sanatın Türk Milleti için önemini şu veciz sözleri ile ifade etmiştir:
"Güzel sanatlarda muvaffak olmak, bütün inkılaplarda başarıya ulaşmak demektir. Güzel sanatlarda muvaffak olamayan milletler ne yazık ki, medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla yer almaktan ilelebet mahrum kalacaklardır."
Atatürk, sanat alanındaki atılımlarda öncelikli olarak mimariyi ele almıştır. Türkiye'nin modern bir mimarisinin olması için Almanya'dan şehir planlamacıları ve mimarlar getirtmiştir. Bu uzmanların yönlendirmeleri sonucu mimari alanda yeni bir yol çizilmesini sağlamıştır. Genel Kurmay Başkanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı binaları bu dönemin ilk ürünleridir.
Atatürk, Türk Milleti'nin sahip olduğu en görkemli yapının milli birlik ve beraberliğin merkezi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin olması gerektiğini belirtmiş ve TBMM binasının çağdaş ve estetik olması için gerekli tüm adımları atmıştır. Bu bina için yurtdışından özel mermerler dahi getirtilmiştir. Türk mimarlarına maddi ve manevi büyük destek veren Atatürk, bu yolla milli mimarlık akımının ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Mustafa Kemal Atatürk, Türk halkının güzel sanatların önemli kollarından resim ve heykeltıraşlıkta da ilerlemesi için birtakım faaliyetler yürütmüştür. Cumhuriyet döneminde tüm Türk ressamlarının, Cumhuriyet ve inkılapları resmetmelerini sağlayarak, milli birliğin sanat alanına yansıması hedefine ulaşmıştır. Tüm Türkiye'de heykel ve anıt dikilmesine başlanması da, onun getirdiği yeniliklerden biridir. Büyük Önder'in bu çalışmaları sonucu, Türkiye'de resim ve heykel sanatları önemli ölçüde gelişme kaydetmiştir.
Türk Milleti'nin sanatsal geçmişine de sahip çıkan Atatürk, 1937 yılında Resim ve Heykel Müzesi'ni açarak, Cumhuriyet öncesi ve sonrası dönemin sanatsal ürünlerini aynı çatı altında biraraya getirmiştir.
Türk müziği, Mustafa Kemal Atatürk'ün önem verdiği bir diğer konu olmuştur. İlk Türk operasının hazırlanması için ünlü müzisyen Adnan Saygun'u görevlendiren Atatürk, Cemal Reşit Rey'e de ilk konservatuarı kurdurmuştur. Türk müziğinin, akademik alt yapısının da güçlü olması gerektiğine inanmış ve eğitim amacıyla genç Türk müzisyenlerini yurt dışına göndermiştir. Bu müzisyenler, geri dönüşlerinde Türkiye'ye dağılarak Türk müziğinin ve dolayısıyla Türk sanatının kalkınmasını sağlamışlardır.
Atatürk bir konuşmasında şöyle demiştir: "Milletimizin güzel sanatlar sevgisini her türlü vâsıta ve tedbirlerle besleyerek inkişâf ettirmek, milli ülkümüzdür."
Atatürk, Osmanlı'dan kalma Sanâyi-i Nefise'yi imâr ettirerek Güzel Sanatlar haline getirmiştir. Ayrıca burada yetişen birçok sanatçıyı kendilerini geliştirmeleri için Avrupa'nın sanat merkezlerine göndermiştir. Resim, heykel ve mimarlık bölümlerinden çok sayıda öğrenci Almanya, Avusturya ve
Fransa'ya gönderilmiştir.
Ata'nın sanatçıya verdiği büyük değeri gösteren bir hatıra da şöyledir: Daha devlet tiyatrosu kurulmamışken, İstanbul'daki şehir tiyatrosu sanatçıları Ankara'ya gelerek o zamanki Türk ocağında temsiller verir. Atatürk de bu temsillerin birinde bulunur ve sanatçıları Çankaya'ya davet ederek ağırlar. Hepsine ayrı ayrı iltifat eder. Ayrılma vakti gelince, Reşit Gâlip sanatçılara, Atatürk'ün elini öperek veda etmelerini söylediğinde, Ata'nın cevabı şu olur: "Hayır, sanatkar el öpmez, sanatkârın eli öpülür."
bura
bura
Osmanlı Alfabesi,Osmanlı Harfleri Trankripsiyon Alfabesi
Osmanlı Türkçesine yeni başlayanların karşılaştıkları en büyük sorunlardan biri de, Osmanlı Türkçesiyle yazılmış metinleri transkripsiyonlu bir şekilde Türkiye Türkçesine aktarırken ortaya çıkan, Türkiye Türkçesi alfabesinde karşılığı bulunmayan harflerin hangi işaret ile gösterileceği meselesidir. Bu durumu göz önüne alarak, bir "Osmanlıca Transkripsiyon Alfabesi"ni tablo hâline getirip Osmanlıca öğrenenlerin kullanımına sunmayı uygun gördüm.
bura
bura
bura
Barnaba İncili Hakkında,Barnaba İncilinin Diğer İncillerden Farkı
Barnaba İncili'nin diğer dört İncil'den ayrıldığı en önemli noktalar şunlardır:
1. Barnaba İncili, Hz. İsa'nın ilâh veya Allah'ın oğlu olduğunu kabul etmez.
2. Hz. İbrahim'in kurban olarak takdim ettiği oğlu Tevrat'ta belirtildiği ve Hıristiyan inançlarında anlatıldığı gibi İshak değil, İsmâil (a.s.)'dır.
3. Beklenen Mesih Hz. İsa değil Hz. Muhammed'dir.
4.Hz. İsa çarmıha gerilmemiş, Yahuda İskariyoth adında biri ona benzetilmiştir.
bura
1. Barnaba İncili, Hz. İsa'nın ilâh veya Allah'ın oğlu olduğunu kabul etmez.
2. Hz. İbrahim'in kurban olarak takdim ettiği oğlu Tevrat'ta belirtildiği ve Hıristiyan inançlarında anlatıldığı gibi İshak değil, İsmâil (a.s.)'dır.
3. Beklenen Mesih Hz. İsa değil Hz. Muhammed'dir.
4.Hz. İsa çarmıha gerilmemiş, Yahuda İskariyoth adında biri ona benzetilmiştir.
bura
bura
Orhun Abideleri
Orhun Yazıtları, Göktürk İmparatorluğu'nun ünlü hükümdarı Bilge Kağan devrinden kalma altı adet yazılı dikilitaştır. Moğolistan'ın kuzeyinde, Baykal gölününü güneyinde, Orhun ırmağı vadisindeki Koşo Saydam gölü yakınlarındadır. Bu yazıtlardan Köl Tigin ve Bilge Kağan yazıtları, Koçho Tsaydam bölgesindeki Orhun Irmağı civarında; Bilge Tonyukuk yazıtları ise, Köl Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarından yaklaşık 360 km uzakta, Tola Irmağı'nın yukarı yatağındaki Bayn Tsokto (Bayn Çokto) bölgesindedir. Bilge Tonyukuk yazıtlarının, (Orhun Irmağı civarında olmamasına rağmen), Orhun yazıtlarıyla birlikte düşünülmesi, anılması Köl Tigin ve Bilge Kağan yazıtları ile aynı döneme ait olması ve aynı konuları içermesindendir. Yazıtlar Türk dili, tarihi, edebiyatı, sanatı, töresi hakkında önemli bilgiler vermektedirler. Türk ve Türkçe adı, ilk kez Doğu Göktürkler dönemine ait bu yazıtlarda geçmektedir.
Yazıtların üçü çok önemlidir. İki taştan oluşan Tonyukuk 716, Köl Tigin (Kültigin) 732, Bilge Kağan 735 yılında dikilmiştir. Köl Tigin yazıtı, Bilge Kağan'ın ağzından yazılmıştır. Kültigin, Bilge Kağan'ın kardeşi, buyrukçu ihtiyar Tonyukuk ise veziridir. Anıtların olduğu yerde yalnızca dikilitaşlar değil, yüzlerce heykel, balbal, şehir harabeleri, taş yollar, su kanalları, koç ve kaplumbağa heykelleri, sunak taşları bulunmuştur.
Orhun Abideleri'ni ilk kez 1889 yılında Rus tarihçi Yardintsev bulmuştur. 1890'da bir Fin heyeti, 1891'de de bir Rus heyeti burada incelemelerde bulunmuştur. Bu heyetler yazıları çözememişlerdir. Fakat 1893 yılında Danimarkalı bilgin Vilhelm Thomsen, 38 harfli alfabeyi çözerek yazıtları okumayı başarmıştır. Alfabenin dördü sesli, dördü sessiz harften oluşur. Yazıda harfler birbirine birleştirilmez, kelimeler de birbirlerinden iki nokta üstüste konularak ayrılır. Sağdan sola ve yukarıdan aşağıya yazılır. Orhun abidelerinde yazılar yukarıdan aşağıya yazılmış ve sağdan sola doğru istiflenmiştir.
Kül Tigin Yazıtı
3,35 metre yükseklikte, kireçtaşından yapılmış ve dört cephelidir. Doğu-batı cephelerinin genişliği aşağıda 132, yukarıda 122 santimetredir. Kuzey-güney cepheleri de aşağıda 46, yukarıda 44 santimetredir. Üst kısım kemer şeklinde ve yukarıda beş kenarlı olarak bitmektedir. Anıttaki satırların uzunluğu 235 santimetredir. Yazıtın doğu yüzünde 40; güney ve kuzey yüzlerinde 13'er satır Göktürk harfli Türkçe metin vardır. Batı yüzünde ise, devrin Tang İmparatoru'nun Köl Tigin'in ölümü dolayısıyla gönderdiği Çince mesajına yer verilmiştir. Batı yüzde Çince yazılar dışında yazıta sonradan eklenmiş Göktürk harfli iki satır bulunmaktadır. Yazıtın kuzeydoğu, güneydoğu, güneybatı yüzlerinde de (pahlarda) Göktürk harfli Türkçe metinler mevcuttur. Kültigin yazıtında Göktürk tarihine ait olaylar, Bilge Kağan'ın ağzından nakledilerek birlik, bütünlük mesajı verilir. Yazıtın doğu, kuzey ve güney yüzlerinin yazıcısı, Yollug Tigin, batı yüzünün yazıcısı ise, Tang İmparatoru Hiuan Tsong'ın yeğeni Çang Sengün'dür. Köl Tigin yazıtının doğu yüzünde, bütün Türk boylarının ortak damgası olduğu sanılan dağ keçisi damgasına; doğuya ve batıya bakan "tepelik" kısımlarında ise, kurttan süt emen çocuk tasvirlerine yer verilmiştir. Yazıt, geçen yaklaşık 1300 yıllık süreç içinde önemli ölçüde tahrip olmuştur. Zira yazıtın doğu ile kuzey yüzlerini birleştiren kısım yıldırım düşmesi sonucunda parçalanmıştır. Orijinalinde kaplumbağa kaide üzerinde bulunan yazıt, bu kaidenin de parçalanması üzerine 1911 yılında, sunak taşından kesilen granit bir blok üzerine oturtulmuştur. OKUMAK İÇİN TIKLA >>
Bilge Kağan Yazıtı
Kültigin Anıtının bir kilometre uzağındadır. 734 yılında ölen Bilge Kağan adına oğlu Tenri Kağan tarafından yaptırılan bu anıt 735 yılında dikilmiştir. Yazıtta Bilge Kağan'ın ağzından devletin nasıl büyüdüğü anlatılmakta ve Kültigin'in ölümünden sonraki olaylar ilave edilmektedir. Ayrıca kağanın konuşmasından başka yeğeni Yuluğ Tigin'in kayıtları da yer almaktadır. Yaklaşık 3,75 metre yüksekliğinde olan yazıt, dört cephelidir. Yazıtın doğu yüzünde 41, kuzey ve güney yüzlerinde 15'er satır Göktürk harfli Türkçe metin bulunmaktadır. Batı yüzünde ise, (Köl Tigin yazıtında olduğu gibi), Çince bir metne yer verilmiştir. Batı yüzün tepelik kısmının ortalarına da Göktürk harfli Türkçe manzum metin yazılmıştır. Yazıtın güneydoğu, güneybatı ve batı yüzlerinde de (pahlarda) Göktürk harfli Türkçe küçük metinler bulunmaktadır. Yazıtta olayları nakleden, öğütler veren Bilge Kağan'dır. Yazıta Köl Tigin'in ölümünden sonraki olaylar da ilave edilmiştir. OKUMAK İÇİN TIKLA >>
Tonyukuk Yazıtı
Tonyukuk anıtı dört cepheli iki dikilitaş halindedir. Yazılar, diğer taşlara göre daha silik durumdadır. Tonyukuk, Bilge Kağan'ın babası İlteriş Kağan'ın amcası Kapgan Kağan'ın ve Bilge Kağan'ın baş bilicisi yani başveziri idi. Bu anıtı ihtiyarlık devrinde kendisi diktirmiştir ve yazılar da kendisine aittir. Taşlarda Göktürklerin Çin esaretinden nasıl kurtulduğu, kurtuluş savaşının nasıl yapıldığı ve Tonyukuk'un neler yaptığı anlatılır. Birinci yazıt, 243 cm; ikinci yazıt ise, 217 cm yüksekliğindedir. Birinci yazıtta 35, ikinci yazıtta 27 satır Göktürk harfli Türkçe metin bulunmaktadır. [1] OKUMAK İÇİN TIKLA >>
Kaynaklar
[1] www.dilimiz.com/dil/orhun_abideleri.htm
bura
Göktürk Yazıtları Hakkında Bilgi,Orhun Abideleri Resimleri
Orhun Abideleri
Orhun Yazıtları, Göktürk İmparatorluğu'nun ünlü hükümdarı Bilge Kağan devrinden kalma altı adet yazılı dikilitaştır. Moğolistan'ın kuzeyinde, Baykal gölününü güneyinde, Orhun ırmağı vadisindeki Koşo Saydam gölü yakınlarındadır. Bu yazıtlardan Köl Tigin ve Bilge Kağan yazıtları, Koçho Tsaydam bölgesindeki Orhun Irmağı civarında; Bilge Tonyukuk yazıtları ise, Köl Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarından yaklaşık 360 km uzakta, Tola Irmağı'nın yukarı yatağındaki Bayn Tsokto (Bayn Çokto) bölgesindedir. Bilge Tonyukuk yazıtlarının, (Orhun Irmağı civarında olmamasına rağmen), Orhun yazıtlarıyla birlikte düşünülmesi, anılması Köl Tigin ve Bilge Kağan yazıtları ile aynı döneme ait olması ve aynı konuları içermesindendir. Yazıtlar Türk dili, tarihi, edebiyatı, sanatı, töresi hakkında önemli bilgiler vermektedirler. Türk ve Türkçe adı, ilk kez Doğu Göktürkler dönemine ait bu yazıtlarda geçmektedir.
Yazıtların üçü çok önemlidir. İki taştan oluşan Tonyukuk 716, Köl Tigin (Kültigin) 732, Bilge Kağan 735 yılında dikilmiştir. Köl Tigin yazıtı, Bilge Kağan'ın ağzından yazılmıştır. Kültigin, Bilge Kağan'ın kardeşi, buyrukçu ihtiyar Tonyukuk ise veziridir. Anıtların olduğu yerde yalnızca dikilitaşlar değil, yüzlerce heykel, balbal, şehir harabeleri, taş yollar, su kanalları, koç ve kaplumbağa heykelleri, sunak taşları bulunmuştur.
Orhun Abideleri'ni ilk kez 1889 yılında Rus tarihçi Yardintsev bulmuştur. 1890'da bir Fin heyeti, 1891'de de bir Rus heyeti burada incelemelerde bulunmuştur. Bu heyetler yazıları çözememişlerdir. Fakat 1893 yılında Danimarkalı bilgin Vilhelm Thomsen, 38 harfli alfabeyi çözerek yazıtları okumayı başarmıştır. Alfabenin dördü sesli, dördü sessiz harften oluşur. Yazıda harfler birbirine birleştirilmez, kelimeler de birbirlerinden iki nokta üstüste konularak ayrılır. Sağdan sola ve yukarıdan aşağıya yazılır. Orhun abidelerinde yazılar yukarıdan aşağıya yazılmış ve sağdan sola doğru istiflenmiştir.
Kül Tigin Yazıtı
3,35 metre yükseklikte, kireçtaşından yapılmış ve dört cephelidir. Doğu-batı cephelerinin genişliği aşağıda 132, yukarıda 122 santimetredir. Kuzey-güney cepheleri de aşağıda 46, yukarıda 44 santimetredir. Üst kısım kemer şeklinde ve yukarıda beş kenarlı olarak bitmektedir. Anıttaki satırların uzunluğu 235 santimetredir. Yazıtın doğu yüzünde 40; güney ve kuzey yüzlerinde 13'er satır Göktürk harfli Türkçe metin vardır. Batı yüzünde ise, devrin Tang İmparatoru'nun Köl Tigin'in ölümü dolayısıyla gönderdiği Çince mesajına yer verilmiştir. Batı yüzde Çince yazılar dışında yazıta sonradan eklenmiş Göktürk harfli iki satır bulunmaktadır. Yazıtın kuzeydoğu, güneydoğu, güneybatı yüzlerinde de (pahlarda) Göktürk harfli Türkçe metinler mevcuttur. Kültigin yazıtında Göktürk tarihine ait olaylar, Bilge Kağan'ın ağzından nakledilerek birlik, bütünlük mesajı verilir. Yazıtın doğu, kuzey ve güney yüzlerinin yazıcısı, Yollug Tigin, batı yüzünün yazıcısı ise, Tang İmparatoru Hiuan Tsong'ın yeğeni Çang Sengün'dür. Köl Tigin yazıtının doğu yüzünde, bütün Türk boylarının ortak damgası olduğu sanılan dağ keçisi damgasına; doğuya ve batıya bakan "tepelik" kısımlarında ise, kurttan süt emen çocuk tasvirlerine yer verilmiştir. Yazıt, geçen yaklaşık 1300 yıllık süreç içinde önemli ölçüde tahrip olmuştur. Zira yazıtın doğu ile kuzey yüzlerini birleştiren kısım yıldırım düşmesi sonucunda parçalanmıştır. Orijinalinde kaplumbağa kaide üzerinde bulunan yazıt, bu kaidenin de parçalanması üzerine 1911 yılında, sunak taşından kesilen granit bir blok üzerine oturtulmuştur. OKUMAK İÇİN TIKLA >>
Bilge Kağan Yazıtı
Kültigin Anıtının bir kilometre uzağındadır. 734 yılında ölen Bilge Kağan adına oğlu Tenri Kağan tarafından yaptırılan bu anıt 735 yılında dikilmiştir. Yazıtta Bilge Kağan'ın ağzından devletin nasıl büyüdüğü anlatılmakta ve Kültigin'in ölümünden sonraki olaylar ilave edilmektedir. Ayrıca kağanın konuşmasından başka yeğeni Yuluğ Tigin'in kayıtları da yer almaktadır. Yaklaşık 3,75 metre yüksekliğinde olan yazıt, dört cephelidir. Yazıtın doğu yüzünde 41, kuzey ve güney yüzlerinde 15'er satır Göktürk harfli Türkçe metin bulunmaktadır. Batı yüzünde ise, (Köl Tigin yazıtında olduğu gibi), Çince bir metne yer verilmiştir. Batı yüzün tepelik kısmının ortalarına da Göktürk harfli Türkçe manzum metin yazılmıştır. Yazıtın güneydoğu, güneybatı ve batı yüzlerinde de (pahlarda) Göktürk harfli Türkçe küçük metinler bulunmaktadır. Yazıtta olayları nakleden, öğütler veren Bilge Kağan'dır. Yazıta Köl Tigin'in ölümünden sonraki olaylar da ilave edilmiştir. OKUMAK İÇİN TIKLA >>
Tonyukuk Yazıtı
Tonyukuk anıtı dört cepheli iki dikilitaş halindedir. Yazılar, diğer taşlara göre daha silik durumdadır. Tonyukuk, Bilge Kağan'ın babası İlteriş Kağan'ın amcası Kapgan Kağan'ın ve Bilge Kağan'ın baş bilicisi yani başveziri idi. Bu anıtı ihtiyarlık devrinde kendisi diktirmiştir ve yazılar da kendisine aittir. Taşlarda Göktürklerin Çin esaretinden nasıl kurtulduğu, kurtuluş savaşının nasıl yapıldığı ve Tonyukuk'un neler yaptığı anlatılır. Birinci yazıt, 243 cm; ikinci yazıt ise, 217 cm yüksekliğindedir. Birinci yazıtta 35, ikinci yazıtta 27 satır Göktürk harfli Türkçe metin bulunmaktadır. [1] OKUMAK İÇİN TIKLA >>
Kaynaklar
[1] www.dilimiz.com/dil/orhun_abideleri.htm
bura
bura
Definenin Olup olmadığı Anlamak İçin Okunacak Dua
bura
Havza Genelgesinin Tarihi,Havza Genelgesinin Amacı Ve Alınan Kararlar
- İlk milli genelge -
Samsun bölgesini, İngiliz ve Rumların varlığından dolayı, milli mücâdele çalışmalarının başlaması için uygun görmeyen Mustafa Kemal, 25 Mayıs 1919’da Samsun’dan Havza’ya hareket etti. Gelişinin ertesi günü, kendisini ziyarete gelen Havza’nın ileri gelenlerine; “Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız; çalışacağız, memleketi kurtaracağız.” diyerek onlara ümit ve cesaret vererek, mâneviyatlarını yükseltmeye çalışmıştır.
28 Mayıs 1919'da, valilere ve bağımsız mutasarrıflıklar ile Erzurum’daki 15. Kolordu, Ankara’daki 20. Kolordu, Diyarbakır’daki 13. Kolordu Komutanlıklarına ve Konya’daki 2. Ordu Müfettişliğine bir genelge göndermişti. Bu genelge şöyledir:
“İzmir’in ve maalesef bunun arkasından da Manisa ve Aydın’ın işgali, gelecekteki tehlikeyi daha açık olarak sezdirmiştir. Yurt bütünlüğümüzün korunması için, milletçe gösterilen tepkinin daha canlı ve sürekli olması gerekir. Yaşayışımızda ve millî bağımsızlığımızda gedikler açan işgâl ve ilhak gibi olaylar, bütün millete kan ağlatmaktadır. Izdıraplar dindirilemiyor, sindirilmesi ve katlanılması mümkün olmayan bu duruma derhal son verilmesinin bütün medeni milletlerle büyük devletlerin adalet ve nüfuzundan sabırsızlıkla beklendiğini göstermek maksadıyla, önümüzdeki hafta içinde ve çeşitli illere göre, Pazartesi başlayıp çarşamba günü müracaatın arkası alınmak üzere, büyük ve heyecanlı mitingler yapılarak milli gösterilerde bulunulması, bunun bütün kasaba ve köylere kadar yaygınlaştırılması, bütün büyük devletlerin temsilcileriyle Babıâli’ye etkileyici telgraflar çekilmesi...”
“...memleketin her taraftan istîlâya uğrayabileceğini böyle bir durum olduğunda çete teşkilatından yararlanılabilineceğini, ayrıca düzenli kuvvetlerin dağıtılmaması ve derli toplu bulundurulmasının gerekli olduğunu...”
Mustafa Kemal, 30 Mayıs 1919'da Havza’da, milli bilincin uyanması ve İtilaf devletlerinin Türk halkının tepkisini görmesi için İzmir’in işgalini protesto eden bir miting düzenledi. Bu tür mitinglerin tüm yurtta da yapılmasını istedi.
Mustafa Kemal, yurdun çeşitli yerlerinde başlayan halk heyecanını ortak bir çizgi üzerinde birleştirmek istiyordu. Ferdi bilinçten milli bilince ulaşılmasını istiyordu.
Başta İstanbul’da düzenlenen altı büyük miting olmak üzere, ülkenin değişik bölgelerinde 100’e yakın miting ve gösteri düzenlenmiştir. Bunun üzerine Harbiye Nezareti, Mustafa Kemal’e 31 Mayıs’ta bir tel yazısı göndermişti Bu yazıda İngiltere Fevkalade Komiserliği’nin Harbiye nezaretine bir nota verdiği belirtilerek olup bitenler hakkında Mustafa Kemal’den açıklama yapması isteniyordu. Bu konuda İstanbul’a gönderdiği raporda Mustafa Kemal Paşa :
"...Ancak, milletin bağımsızlığı ve varlığını tehlikeye düşüren işgal, cana kıyma ve zulüm gibi İzmir bölgesinde görülmekte olan olayların ve benzerlerinin tekrarlanmasına karşı, ne milletin heyecanını ve içindeki acıları ne de bundan doğacak milli gösterileri engelleyip durdurmak için kendimde ve hiç kimsede bir güç ve kudret göremeyeceğim.”
diyerek milletin iradesinin önünde durulamayacağını belirtmiştir.
5 Haziran 1919’da ise, yine Havza’dan Paris Barış Konferansı’nda Osmanlı Devleti’ni temsil edecek olan Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya konferansta öncelikle savunması gerekli olan hususları işaret etmiştir. Bu telgrafında Mustafa Kemal Paşa, özellikle iki noktanın büyük önem arz ettiğini söylemiştir. Bunlardan ilki, “devlet ve milletin mutlak olarak tam bağımsızlığı” ikincisi ise “vatanın ana topraklarında çoğunluğun azınlığa fedâ edilmemesidir.”
Mustafa Kemal Paşa’nın Havza’daki son faaliyetleri ise, Havza’daki silah depolarını boşalttırarak, bunları evlere taşıtması ve Mondros Mütarekesi hükümlerine göre toplattırılarak İstanbul’a gönderilmek üzere o bölgeye getirilmiş olan 3. Kolorduya ait 10.000 kadar sürgü kolu ve 12 kadar top kamasına el koydurmasıdır.
Maddeler
1. İzmir'den sonra devam eden Manisa ve Aydın'ın işgâli, tehlikelidir.
2. Vatan sınırlarının bütünlüğü için, milli tepkiler daha canlı tutulmalı.
3. Milletin katlanamayacağı bu işgâllere bir son verilmeli
4. Büyük devletlerin temsilcilerine ve İstanbul Hükümeti'ne protesto telgrafları çekilmeli
5. Mitingler yapılmalı.
6. Hıristiyan halka saldırı ve düşmanlıktan sakınılmalı
Açıklamalar
* Milli direnişe başlangıç niteliğindeki ilk milli genelgedir.
* Sadece, Milli Mücadele dönemindeki belgelerden, Mustafa Kemal'in imzasının bulunduğu tek belgedir.
* Mustafa Kemal İzmir’in işgalini halkın uyarılması ve birleştirilmesi için kullanmak istemiştir.
* Mustafa Kemal’in isteği üzerine bundan sonra mitingler düzenlenmesi, Mustafa Kemal’in lider olarak benimseneceğini göstermektedir.
* Mustafa Kemal’e Havza’daki faaliyetlerinin sonucu olarak; İngilizlerin baskısıyla, 8 Haziran 1919’da İstanbul hükümetinden, kendisini İstanbul’a geri çağıran bir telgraf geldi. Mustafa Kemal bu çağrıya uymayıp 11 Haziran 1919’da Amasya’ya geçti ve 22 Haziran 1919'da daha kapsamlı bir genelge olan Amasya Genelgesi’ni yayımladı.
bura
Samsun bölgesini, İngiliz ve Rumların varlığından dolayı, milli mücâdele çalışmalarının başlaması için uygun görmeyen Mustafa Kemal, 25 Mayıs 1919’da Samsun’dan Havza’ya hareket etti. Gelişinin ertesi günü, kendisini ziyarete gelen Havza’nın ileri gelenlerine; “Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız; çalışacağız, memleketi kurtaracağız.” diyerek onlara ümit ve cesaret vererek, mâneviyatlarını yükseltmeye çalışmıştır.
28 Mayıs 1919'da, valilere ve bağımsız mutasarrıflıklar ile Erzurum’daki 15. Kolordu, Ankara’daki 20. Kolordu, Diyarbakır’daki 13. Kolordu Komutanlıklarına ve Konya’daki 2. Ordu Müfettişliğine bir genelge göndermişti. Bu genelge şöyledir:
“İzmir’in ve maalesef bunun arkasından da Manisa ve Aydın’ın işgali, gelecekteki tehlikeyi daha açık olarak sezdirmiştir. Yurt bütünlüğümüzün korunması için, milletçe gösterilen tepkinin daha canlı ve sürekli olması gerekir. Yaşayışımızda ve millî bağımsızlığımızda gedikler açan işgâl ve ilhak gibi olaylar, bütün millete kan ağlatmaktadır. Izdıraplar dindirilemiyor, sindirilmesi ve katlanılması mümkün olmayan bu duruma derhal son verilmesinin bütün medeni milletlerle büyük devletlerin adalet ve nüfuzundan sabırsızlıkla beklendiğini göstermek maksadıyla, önümüzdeki hafta içinde ve çeşitli illere göre, Pazartesi başlayıp çarşamba günü müracaatın arkası alınmak üzere, büyük ve heyecanlı mitingler yapılarak milli gösterilerde bulunulması, bunun bütün kasaba ve köylere kadar yaygınlaştırılması, bütün büyük devletlerin temsilcileriyle Babıâli’ye etkileyici telgraflar çekilmesi...”
“...memleketin her taraftan istîlâya uğrayabileceğini böyle bir durum olduğunda çete teşkilatından yararlanılabilineceğini, ayrıca düzenli kuvvetlerin dağıtılmaması ve derli toplu bulundurulmasının gerekli olduğunu...”
Mustafa Kemal, 30 Mayıs 1919'da Havza’da, milli bilincin uyanması ve İtilaf devletlerinin Türk halkının tepkisini görmesi için İzmir’in işgalini protesto eden bir miting düzenledi. Bu tür mitinglerin tüm yurtta da yapılmasını istedi.
Mustafa Kemal, yurdun çeşitli yerlerinde başlayan halk heyecanını ortak bir çizgi üzerinde birleştirmek istiyordu. Ferdi bilinçten milli bilince ulaşılmasını istiyordu.
Başta İstanbul’da düzenlenen altı büyük miting olmak üzere, ülkenin değişik bölgelerinde 100’e yakın miting ve gösteri düzenlenmiştir. Bunun üzerine Harbiye Nezareti, Mustafa Kemal’e 31 Mayıs’ta bir tel yazısı göndermişti Bu yazıda İngiltere Fevkalade Komiserliği’nin Harbiye nezaretine bir nota verdiği belirtilerek olup bitenler hakkında Mustafa Kemal’den açıklama yapması isteniyordu. Bu konuda İstanbul’a gönderdiği raporda Mustafa Kemal Paşa :
"...Ancak, milletin bağımsızlığı ve varlığını tehlikeye düşüren işgal, cana kıyma ve zulüm gibi İzmir bölgesinde görülmekte olan olayların ve benzerlerinin tekrarlanmasına karşı, ne milletin heyecanını ve içindeki acıları ne de bundan doğacak milli gösterileri engelleyip durdurmak için kendimde ve hiç kimsede bir güç ve kudret göremeyeceğim.”
diyerek milletin iradesinin önünde durulamayacağını belirtmiştir.
5 Haziran 1919’da ise, yine Havza’dan Paris Barış Konferansı’nda Osmanlı Devleti’ni temsil edecek olan Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya konferansta öncelikle savunması gerekli olan hususları işaret etmiştir. Bu telgrafında Mustafa Kemal Paşa, özellikle iki noktanın büyük önem arz ettiğini söylemiştir. Bunlardan ilki, “devlet ve milletin mutlak olarak tam bağımsızlığı” ikincisi ise “vatanın ana topraklarında çoğunluğun azınlığa fedâ edilmemesidir.”
Mustafa Kemal Paşa’nın Havza’daki son faaliyetleri ise, Havza’daki silah depolarını boşalttırarak, bunları evlere taşıtması ve Mondros Mütarekesi hükümlerine göre toplattırılarak İstanbul’a gönderilmek üzere o bölgeye getirilmiş olan 3. Kolorduya ait 10.000 kadar sürgü kolu ve 12 kadar top kamasına el koydurmasıdır.
Maddeler
1. İzmir'den sonra devam eden Manisa ve Aydın'ın işgâli, tehlikelidir.
2. Vatan sınırlarının bütünlüğü için, milli tepkiler daha canlı tutulmalı.
3. Milletin katlanamayacağı bu işgâllere bir son verilmeli
4. Büyük devletlerin temsilcilerine ve İstanbul Hükümeti'ne protesto telgrafları çekilmeli
5. Mitingler yapılmalı.
6. Hıristiyan halka saldırı ve düşmanlıktan sakınılmalı
Açıklamalar
* Milli direnişe başlangıç niteliğindeki ilk milli genelgedir.
* Sadece, Milli Mücadele dönemindeki belgelerden, Mustafa Kemal'in imzasının bulunduğu tek belgedir.
* Mustafa Kemal İzmir’in işgalini halkın uyarılması ve birleştirilmesi için kullanmak istemiştir.
* Mustafa Kemal’in isteği üzerine bundan sonra mitingler düzenlenmesi, Mustafa Kemal’in lider olarak benimseneceğini göstermektedir.
* Mustafa Kemal’e Havza’daki faaliyetlerinin sonucu olarak; İngilizlerin baskısıyla, 8 Haziran 1919’da İstanbul hükümetinden, kendisini İstanbul’a geri çağıran bir telgraf geldi. Mustafa Kemal bu çağrıya uymayıp 11 Haziran 1919’da Amasya’ya geçti ve 22 Haziran 1919'da daha kapsamlı bir genelge olan Amasya Genelgesi’ni yayımladı.
bura
bura
Hz.Yunus, Musul'a yerleşip o ülkenin halkını dine davet etmiş. Fakat kendisine hiç inanan olmamış. O da Musul'un halkına beddua edip oradan ayrılmış ve gelip Diyarbakır'a yerleşmiş. Diyarbakır halkı, ona inanmış Hz. Yunus da onlara; "İliniz mamur halkınız her zaman sevinçli olup bütün çoluk çocuğunuz asil ve olgun olalar." diye hayır dua ederek Nefs kayası denilen yerde bir mağaraya yerleşip orada yedi yıl oturmuş. O sırada Diyarbakır'da Amalak kızlarından olan, güzel bir kız hükümdarmış. Hz.Yunus'un önerisiyle Diyarbakır kalesini siyah granit taşlardan yaptırmış. Acem tarihçileri, bu nedenle buraya Diyar-ı Bikr (Bikr Diyarı) Kız şehri demişler.
Diyarbakır kalesiyle ilgili başka bir anlatı da şöyledir:
Diyarbakır kalesi ile Harput kalesi, iki kardeş tarafından aynı anda yapılmıştır Diyarbakır kalesinin harcı, yumurta akıyla; Harput kalesininki ise sütle karılmış. Sürülerle sağılan koyunların sütleri, dereler halinde akıtılarak kalenin yapıldığı yere getirilmiş. O zaman yumurtanın da bini bir paraymış. Bu iki kardeş, yaptıkları kaleleri bitirdikten sonra ölümsüzlük suyundan içip uzun bir uykuya dalmışlar. Arada bir uyanıp; "Diyarbakır surları yıkıldı mı, Harput kalesi duruyor mu?" diye kalelerin yerinde durup durmadığına bakar, sonra yine uyurlarmış.
Kaynak: www.diyar21.8m.net/Efsaneler.htm
bura
Diyarbakır Kalesi Hakkında Bilgi,Efsane Diyarbakır Kalesinin Tarihi Hikayesi
Hz.Yunus, Musul'a yerleşip o ülkenin halkını dine davet etmiş. Fakat kendisine hiç inanan olmamış. O da Musul'un halkına beddua edip oradan ayrılmış ve gelip Diyarbakır'a yerleşmiş. Diyarbakır halkı, ona inanmış Hz. Yunus da onlara; "İliniz mamur halkınız her zaman sevinçli olup bütün çoluk çocuğunuz asil ve olgun olalar." diye hayır dua ederek Nefs kayası denilen yerde bir mağaraya yerleşip orada yedi yıl oturmuş. O sırada Diyarbakır'da Amalak kızlarından olan, güzel bir kız hükümdarmış. Hz.Yunus'un önerisiyle Diyarbakır kalesini siyah granit taşlardan yaptırmış. Acem tarihçileri, bu nedenle buraya Diyar-ı Bikr (Bikr Diyarı) Kız şehri demişler.
Diyarbakır kalesiyle ilgili başka bir anlatı da şöyledir:
Diyarbakır kalesi ile Harput kalesi, iki kardeş tarafından aynı anda yapılmıştır Diyarbakır kalesinin harcı, yumurta akıyla; Harput kalesininki ise sütle karılmış. Sürülerle sağılan koyunların sütleri, dereler halinde akıtılarak kalenin yapıldığı yere getirilmiş. O zaman yumurtanın da bini bir paraymış. Bu iki kardeş, yaptıkları kaleleri bitirdikten sonra ölümsüzlük suyundan içip uzun bir uykuya dalmışlar. Arada bir uyanıp; "Diyarbakır surları yıkıldı mı, Harput kalesi duruyor mu?" diye kalelerin yerinde durup durmadığına bakar, sonra yine uyurlarmış.
Kaynak: www.diyar21.8m.net/Efsaneler.htm
bura
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)