17.7.10

bura

İnsan Gaybı bilebilir mi,Hz Mevlananın Gayb alemi hakkında sözleri

Gayb âlemi, duyular ötesi âlemdir. Gözü görmeyen, kulağı duymayan, burnu rahatsız bir insan, renkler, sesler ve kokular âlemine yabancıdır. Böyle insanın ameliyatla gözü açılsa, birden âlemi genişler, rengarenk bir âleme muhatap olur. Sonra kulağı açılsa, değişik sesler duymaya başlar. Ardından burnundaki nezle gitse, gözle görmediği, kulakla duymadığı yerden kokular hisseder.

İşte, ruhun gayb âlemine açılışı bunun gibidir. Yani, ruh için başka bir göz, başka bir kulak, başka bir burun vardır. Mevlâna'nın ifadesiyle:

“Vesvese pamuğunu can kulağından çıkar ki, semalardaki meleklerin tesbîh ve takdîs uğultusunu işitesin.”

“İki gözünü ayb kılından temizle ki, âlem-i gaybın bağlarını ve serviliklerini göresin.”

“Beyninden ve burnundan nezleyi defet ki, burnuna Allah rayihası girsin.”

Mevlâna, gaybî sırların ruha yansımasını şöyle bir misalle anlatır: Bir padişah, Çinli ve Rum mimarları yarıştırır. Sarayın bir odasını perdeyle ikiye böler. Her iki tarafın, duvarda sanatlarını göstermesini ister. Çinliler, rengarenk bir sanat meydana getirirler. Rumlar ise, kendilerine ayrılan duvarı cilalamakla meşguldür. Müddet bitip sanat tamamlandığında aradaki perde kaldırılır. Çinlilerin rengarenk sanatı, karşı tarafın cilalı duvarında daha parlak bir şekilde akseder. Yarışmayı Rum mimarlar kazanır.

Günahlar ruh aynamızın üzerindeki tozlar gibidir. Bir başka açıdan ise, manevî pisliklerdir. Bunları temizlemek, gözyaşlarıyla mümkündür. Çünkü gözyaşı, manevî bir pişmanlığın ve tövbenin göstergesidir. “Zahirî necasetin pis kokusu yirmi adımlık yerden duyulur. Batınî necasetin pis kokusu ise, Acemistan'daki Rey şehrinden Şam şehrine kadar gelir ve hatta göklere çıkar da, Cennetteki hurîlerin ve oranın Hazini bulunan Rıdvan'ın genzine kadar gider.”

Toprağın içindeki çekirdek, dar bir yerde sıkışıp kalmıştır. Fakat ne zaman ki kabuğunu parçalar, toprağın yüzüne çıkıp etrafına bakarsa, bambaşka bir âleme geldiğini görür. Güneşle sohbet eder, rüzgarın tatlı esintilerine mazhar olur.

Maddî âlemin kaydından kurtulup mana âlemine açılmak da bunun gibidir. “Gayb âleminin başka bulutu, başka rahmeti, başka seması, başka güneşi vardır.” Peygamberler ve bazı büyük evliya, maddenin dar kalıplarından sıyrılıp, manâ âlemine kanat açabilmişlerdir.

“Peki, biz niye açılamıyoruz?” sorusu hatıra gelebilir. Cevabı Mevlâna'dan dinleyelim: “Fikir kanadın çamura bulaşmış ve ağırlaşmış. Zira, çamur yiyorsun. Çamur sana ekmek olmuş.” “Çare nedir?” diyecek olursak, yine Mevlâna'ya kulak verelim: “Nur ile gıdalan da, göz gibi ol ve meleklere uy.” Yani, kanadı çamura batmış bir kuş semalara havalanamadığı gibi, fikri süflî şeylere yönelmiş bir insan da, gayb âlemine kanat açamaz. Göz gibi olmak gerektir. Zira, göz nuranîdir ve gıdası da nurdur. Melekût âleminin sakinleri olan melekler, nuranî gıdalarla gıdalandığı gibi, fikrini ulvi şeylere yönelten, manevî gıdasını iyi alan insanlar da melekût âlemine açılır.

Mevlâna'nın şu sözleri de, insanın gaybî boyutuyla yakından ilgilidir: Sofinin biri, bir bahçede murakabeye dalar. Bir tanesi ona der: “Ne uyuyorsun? Gözünü aç! Üzüm çubuklarına, çiçek açmış ağaçlara ve yeşermiş çimenlere bak! ‘Allah'ın rahmet eserlerine bak!' (Rum suresi, 50) ayetine dikkat et!”. Sofi, şu cevabı verir: “Ey heveskar adam! Allah'ın rahmet eserlerinin asıl tecelligâhı gönüldür. Hariçtekiler ise, ancak eserlerin eserleridir. Ruhta öyle bağlar ve yeşillikler vardır ki, hariçteki akisler, akarsuda görülen akisler gibidir.”
bura