Ramazan İbadeti
"İbadet, ubudiyet, tapınma, kulluk" kelimeleri "itaat etmek, boyun eğmek, kutsal manada saygı sunmak, en büyük varlık diye iman edilene yaklaşmak için birtakım merasimler ifâ etmek ve hareketler yapmak"tır. Bir ayete göre insanlar ve cinler "kulluk etsinler diye" yaratılmışlardır. Kâfiri mü'mini, fâsıkı âbidi, iyisi kötüsü, maddecisi ruhçusu ile bütün insanlar kulluk etmektedir; ancak kimi kula, kimi nefsine, kimi dünya menfaatlerine, kimi gazap ve ihtiraslarına, kimi gerçek diye inandığı bir hayale veya ideolojiye, kimi batıl mabutlara... kimi de yegâne ma'bud (tapılmaya layık) olan Allah Teala'ya. Bütün hak dinler gibi İslâm'ın da gayesi insanı bütün batıl inanç ve kulluklardan kurtararak kendini ve Rabbini tanıtmak, yalnız O'na ibadet etmesini sağlamak, bütün mevcudiyetiyle O'na bağlamak ve bu bağlılık içinde gerçek hürriyete kavuşturmaktır. İnsan mutlak manada hür değildir ve olamaz; yukarıda işaret edildiği üzere mutlaka bir bağlılığı ve kulluğu vardır; şu halde esaret, insanın kendisinden aşağı veya ona denk olana bağlanması, kul ve köle olması, gecesini gündüzünü onun yoluna feda etmesidir. Hürriyet ise bu bağlılıklardan kurtularak büyüklük ve kemaline sınır, yücelik ve azametine hudut bulunmayan Allah'a bağlanmak, O'na kul olmak, kainata bu kulluk imanı içinde bakmak, her şeyi bu anlayış içinde yerine koymaktır.
İslâm dini bu "ebedî mutluluk vasıtası kulluğu, bu bağlılık içindeki hürriyeti" temin edebilmek için insanlığa bir iman nizamı, bir ibadet, hukuk, devlet, iktisat, cemiyet... nizamı getirmiştir. Temizlik, namaz, oruç, hacc, zekât, cihad, Allah rızası için yapılan her davranış, dua, zikir... ibadet binasının bölümlerini teşkil etmektedir. İbadetlerin hikmet ve gayelerinin birisi ve en önemlisi "nefsi tezkiye, ruhu tasfiye"dir; yani insanı terbiye etmek, bütün imkân ve kabiliyetlerini hayra, iyiye yöneltecek hale getirmektir. Her yıl idrak edip bir ay yerine getirmeye çalıştığımız Ramazan ibadeti; oruç, teravih namazı, sahur, iftar, fukaraya tasadduk ve ikram, ayın sonunda fıtır sadakası gibi ibadetlerden teşekkül etmektedir. Şimdi bu ayın ve içinde yapılan ibadetlerin değerini ifade eden nassları dinleyelim.
Ayetler, hadîsler:
"Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi - sakınasınız diye- size de oruç farz kılındı. " (Bakara:2/183).
"Doğruyu yanlıştan ayıran, yol gösteren açıklamalar ve insanlara rehber olarak Kur'ân'ın içinde indirildiği Ramazan ayı: Kim o aya ulaşırsa onu oruçlu geçirsin!" (Bakara:2/185)
"....oruç tutan erkekler ve kadınlar... İşte Allah bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır." (Ahzab: 33/35)
Bir kudsî hadîste Allah Teala şöyle buyuruyor:
"İnsanoğlunun her ameli (ibadeti) kendisi içindir; yalnız oruç müstesna; çünkü o benim içindir, onun mükafatını da ben vereceğim. Oruç kalkandır (kötülükleri önler). Biriniz oruç günü olunca kötü söz söylemesin, bağırıp çağırmasın, cahilce davranmasın, birisi ona sataşır veya bulaşırsa: "Ben oruçluyum, ben oruçluyum" desin! Muhammed'in hayatı elinde olana (Allah'a) yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu kıyamette, Allah nezdinde mis kokusundan daha güzeldir. Oruçlunun yaşadığı iki sevinci vardır: İftar edince bu sebeple sevinir. Rabbine kavuşunca da orucundan dolayı sevinir. (Ahmed, Müslim, Nesaî)
Bu hadîsin "oruç kalkandır" diye başlayan cümlesine kadar olan kısmı kudsî, geri kalanı nebevî hadîstir.
"İslâm beş temel üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka mâbud olmadığına ve Muhammed'in (sav), Allah'ın elçisi olduğuna tanıklık etmek, namazı kılmak, zekâtı vermek, Ramazan ayında oruç tutmak ve haccetmek." (Buharî, Müslim...)
Ramazan ayı gelince Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"Size mübarek (bereketli) bir ay gelmiştir. Allah bu ayın orucunu size farz kılmıştır. Bu ayda cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapatılır, şeytanlar zincire vurulur, onun içinde, bin aydan hayırlı bir gece vardır ki, onun hayrından mahrum kalan çok şey kaybetmiş olur." (Ahmed, Nesâî, Beyhaki).
"Beş vakit namaz ile cumaya kadar cuma gelecek Ramazana kadar Ramazan -büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde- arada geçenleri temizleyen kefarettirler." (Müslim)
"İman ile, ihlâs (sırf Allah rızasına niyet) ile ramazanı tutanın geçmiş günahları bağışlanır." (Ahmed, Nesâî, Tirmizî, Ebû Davud)
Bu ayet ve hadîsler Ramazan ibadetinin değerine, hükmüne ve hikmetine ışık tutmaktadır. Bunlara dayanan İslâm uleması Ramazan orucunun-gerekli şartları taşıyan-mükelleflere farz olduğunda ittifak etmişlerdir.
Hikmeti:
Çeşitli mevsimlerde ve durumlarda kullarını bir ay, gündüzleri yemek, içmek ve birleşmekten meneden, böyle bir ibadeti teklif eden Allah Teala'nın şüphesiz kullar için hayırlar, menfaatler, iyilikler sağlayan maksad ve hikmetleri vardır. Bunlar içinden bilinebilenleri, düşünebildiklerimizi şöyle sıralamak mümkündür:
1- Oruç Allah Teala'nın emri ile yapılan, O'na ibadet olmak üzere edâ edilen bir vazife olduğu için oruçlu bütün gün kendisini devamlı olarak ibadet halinde bilecek, oruç hali ona kesintisiz veya sık sık Allah'ı anma, hatırlama imkânı verecektir. Allah'ı anmak kulun yaptığı en büyük ibadettir, aslında bütün ibadetlerin bir hedefi de "huzur maallah" haline alışmak, kalbin bir an Allah'tan gafil olmamasını sağlamaktır.
2- Oruç bir esaretten kurtulma temrini, insanı hükmü altında tutan alışkanlıklar ve adi ihtiyaçlara karşı bir başkaldırma provasıdır. Alışkanlıkların yemek içmek gibi faydalısı, kumar, içki gibi zararlıları vardır. Her iki çeşidiyle alışkanlıkların mahkûmu olmak, gerektiğinde onlara karşı duramamak eksikliktir, irade za'fına delâlet eder, tavizlere sebep olur. Sabahtan akşama kadar iradesiyle aç ve susuz duran, şehvetini dizginleyen insan en hayatî alışkanlık ve ihtiyaçlarının da esaretinden kurtulmuş demektir; gerektiğinde bunlardan fedakârlık edebilecektir.
3- Fazla gıda vücutta birikimlere, zararlı fazlalıklara sebep olmaktadır. Oruç bunları temizlemekte, fazlalıkları eritmekte ve ruh gibi bedende bir de tasfiye (süzme) yapmaktadır. Bu hikmetin gerçekleşebilmesi için yemede ve içmede sünnet sınırını aşmamak gerekir.
4-"Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir?
Mübtelay-ı gama sor kim geceler kaç saat!" beyti, derdi, acıyı ancak çekenin, ona ma'ruz kalanın bildiğini, aynı acıyı çekmeyen, aynı derdi taşımayan kimsenin dertlinin halinden anlayamayacağını ifade etmektedir. İslâm sosyal adaletçi bir dindir; bütün canlılara karşı merhameti olmayan, mümin kardeşinin acısını kendi vücudunda duymayan bir insan en azından kamil bir mümin ve müslüman değildir; hamdır, eksikleri vardır, ibadetlerle kemale gelmesi gerekir. Oruç, açlık, susuzluk, ihtiyaca rağmen bekârlık gibi durumları yaşatan, bu ihtiyaçları herkese tatma ve duyma imkânı veren bir ibadettir. Bunun arkasından anlayış, alaka ve yardım gelecektir.
Ramazanın başlangıcı
Farz olan oruç, Ramazan ayı içinde tutulan oruçtur; kaza ve keffaret de bunun kaçırılmasından doğmaktadır. Şu halde ibadetine başlamak ve son vermek için Ramazan ayının giriş ve çıkışını bilmek, "hangi gün Ramazan ayının birinci günüdür, hangi gün ramazan bayramıdır" tesbit etmek gerekmektedir. Rasul-i Ekrem (sav) âlim cahil, okuyan okuyamayan, şehirli köylü.. herkesin kullanabileceği bir ölçü vermiş "Ramazanın giriş hilalini görünce oruca başlayın, tekrar aynı hilali görünce oruca son verin" buyurmuştur. Havanın bozuk olması gibi bir engel görüşe mani olursa "Şa'ban ayını otuza tamamlayarak, ondan sonraki gün oruca başlamamızı" emretmiştir. (Buhârî, Müslim). Bu hadîs-i şerif hem görme (rü'yet-i hilal) hem de hesaplama yolunu göstermekte, her ikisinden de faydalanmaya cevaz vermektedir. Yapılan ilmî araştırmalar ve tecrübeler rü'yet ile hesaplamanın paralel düştüğünü, bir tarafta hata olmadıkça sapma da olmadığını, hesabın "şu gün, şurada görülecektir" dediğinde "rü'yetin o gün orada vaki olabildiğini" göstermektedir. Ayrıca ulemanın ekseriyeti, İslâm dünyasının herhangi bir yerinde hilal görülünce diğer yerlerde bulunan ve bizzat hilali görmemiş olan müslümanların da oruç ve bayram ibadetlerini yapabilecekleri görüşünde birleşmişlerdir. Son yıllarda yapılan ülkeler arası ilmî çalışmalar geçmiş ihtilafların metod farkından veya dikkatsizlikten ileri geldiğini tesbit imkânı vermiş, birliğe doğru önemli adımlar atılmıştır.159 Müslümanların yapacağı şey, selahiyetli makamların önceden ilan ettikleri günde orucuna başlamak ve bayramını yapmaktır.
Oruç kimlere farzdır?
Müslüman, aklı başında, sağlam, yerleştiği yerde bulunan (yolcu olmayan), kadın ise hayız ve lohusalık hallerinde bulunmayan kimselere Ramazan orucunun farz olduğunda ittifak vardır. Bu şartları taşımayanların oruç ibadeti karşısındaki durumlarını maddeler halinde şöylece özetleyebiliriz:
1-Kâfir ve akıl hastası:
Müslüman olmayanların yapacakları ibadetler geçerli değildir; onlar için en büyük ibadet hak dini tanımak ve müslüman olmaktır; ancak bu temeli kurduktan sonradır ki üzerinde ibadet duvarları yükselebilir; aksi halde imansız ibadet, su üzerine yazı yazmaya benzer.
Mükellefiyetin şartlarından birisi akıl ve ruh sağlığıdır; bu sebeple akıl hastası oruç ile mükellef değildir.
2- Çocuk:
Mükellef (yükümlü, sorumlu) olmanın ikinci şartı ergenlik çağına girmektir. Henüz bu çağa gelmemiş olan çocuklara oruç tutmak farz değildir. Ancak velilerinin onları oruca alıştırmaları, oruç terbiyesi vermeleri, bunun için uygun duruma gelince -aralıklarla da olsa- oruç tutturmaları güzel bir davranıştır. Buhârî ve Müslim'in rivâyet ettikleri bir hadîsten sahabenin, çocuklarını oruca alıştırdıklarını, acıktık diye şikayetlenen çocukları oyuncaklarla oyaladıklarını öğreniyoruz.
3- Yaşlı, hasta, emzikli, gebe ve ağır işçiler:
a) Yaşlı kadın ve erkekler:
Her gün biraz daha geriye giden, za'fa düşen, oruç tutmaya güçleri yetmeyen, dayanamayan yaşlılar (şeyh-i fani) oruç tutmazlar, tutamadıkları her gün için bir fidye verirler. Fidye bir fakiri bir gün doyuracak yiyecek veya bunun bedelidir ve fıtır sadakasına eşittir.
b) Hastalar:
Oruç tuttuğu takdirde hastalığının artacağı veya iyileşmesinin gecikeceği bilinen hasta Ramazanda orucunu tutmayıp iyileştikten sonra kaza edebilir. Ömrü boyunca oruç tutmaması gerektiği, mütehassıs ve müslüman bir doktor tarafından söylenen kimse yalnızca fidye verir ve böylece oruç ibadetini yapmış olur.
c) Emzikli ve gebe kadınlar:
Oruç tuttukları takdirde kendileri veya çocukları zarar görecekse Hanefî mezhebine göre o Ramazanda oruç tutmayıp sonradan kaza edebilirler. Bazı müctehidler yalnız fidye, bazıları ise hem fidye, hem de kaza gerekir demişlerdir.
d) Ağır işçiler:
Ya rızık temini için, yahut da esir veya hapiste bulunduklarından ağır işlerde çalışmak mecburiyetinde kalan kimseler oruç tutarlarsa bir kısmı hastalanır; oruç tuttukları takdirde hastalanacakları bilinen kimselerin durumu hastalar gibidir. Aynı durumda olan diğer işçiler ise hastalanmayabilirler; fakat bunlara da oruç tutmak çok zor gelir, büyük güçlük çekerler. İşte bu durumda olanlar hakkında iki görüş vardır:
Birinci görüş: Böyle kimseler oruç tutmakla mükelleftirler, güçlük ve meşakkat oruç tutmamaları için ruhsat sebebi olamaz. Hanefîlerin de dahil bulunduğu fukahâ ekseriyeti bu görüştedir.
İkinci görüş: Bu gibi kimseler oruç tutmayıp her gün için bir fidye verebilirler.
Bu konudaki farklı görüşlerin mesnedi Bakara sûresinin 184. ayetinin farklı tefsiridir. "....oruca dayanamayanlar bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir...." mealindeki ayeti, birinci grup ya mensuh kabul etmiş, yahut da "yutîkünehû" kelimesine "gücü yetmeyen, dayanamayan" manasını vermişlerdir.
İkinci grup ise İbn Abbas'ın anlayışına dayanmışlardır. Ona göre ayet mensuh değildir; oruç tutmaya gücü yetmekle beraber çok zorluk çeken kimseler ayetin şümulüne girer ve böyleleri oruç yerine fidye verirler. Günümüzde bazı Ezher uleması bu görüşü tercih etmişlerdir.160
4- Yolcular:
"İçinizde hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar" (Bakara: 2/184) ayeti, yolcu olanların da sonradan kaza etmek üzere oruçlarını açabileceklerini ifade etmektedir. Ayetin sonunda yer alan "oruç tutmanız -bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır" ifadesi ise zarar ve meşakkatin bahis mevzuû olmadığı durumlarda tutmama ruhsatını kullanmak yerine orucu tutmanın daha iyi olacağını, bunun tercih edilmesinin kul için daha hayırlı olduğunu göstermektedir.
5- Hayızlı ve lohusa olanlar:
Bu durumda bulunan kadınların oruç tutmaları caiz değildir. Yapacakları şey, bu haller geçtikten sonra ilk fırsatta oruçlarını kaza etmekten ibarettir.
Oruç nasıl tutulur?
Oruç imsak vaktinden güneşin batmasına kadar geçen zaman içinde yeme, içme ve cinsî birleşmeyi ibadet niyetiyle terketmektir.
Buna göre oruç tutacak kimsenin önce oruca niyet etmesi gerekir. Niyetin sözle olanı, "Yarın Allah rızası için oruç tutmaya niyet ettim" gibi bir ifade ile yapılmış olur. Bunu dili ile söylemeyip kalbinden geçirmek de kafidir. Oruç tutmak niyetiyle kalkıp sahur yiyen kimse de fiil ile niyet etmiş olur. Niyetin oruç günü, güneşin tepe noktasına gelmesinden önce yapılmış olması şarttır.
İmsak vaktinden maksat fecir; yani tan yerinin ağarmasıdır. oruca niyet eden kimse imsaktan itibaren yeme ve içmeyi eşi ile cinsî birleşmede bulunmayı terkeder. Bunların dışında terketmesi farz olan bir şey yoktur; normal, günlük işleri ile meşgul olabilir. Akşam olup güneş batınca oruç yasaklarından birini işleyerek orucunu açar.
Orucun sünnet ve adabı:
1- Sahur yemeği:
Hz. Peygamber (sav) "Sahur yapın: Çünkü sahurda bereket vardır" buyurmuşlardır. Buna göre gecenin sonuna doğru, imsaktan birkaç dakika öncesine kadar kalkıp bir şeyler yemek ve içmek sünnettir; bunun ruh ve bedene faydaları vardır. Sahurun tehiri, vaktin sonuna doğru yenmesi Rasul-i Ekrem (sav)'in tavsiyesi ve sahabenin adetleri cümlesindendir.
2- İftar:
Peygamber Efendimiz (sav) oruçlu iken güneş batınca evvela birkaç yaş hurma, bu yoksa kuru hurma yer, bu da yoksa birkaç yudum su içer, sonra akşam namazını kılardı. İftarın namazdan önceye alınmasını tavsiye buyururdu.
Oruçlu iftarını yapıp namazını kıldıktan sonra yemeğine oturacak, rahat bir şekilde yiyecektir. Ancak namazdan önce yemek hazır ise önce yenmesi sonra namaz kılınması da Peygamberimiz'in (sav) tavsiyeleri arasındadır.
3- İftar duası:
"Oruçlunun iftar esnasında yaptığı bir duâ vardır ki geri çevrilmez" (İbn Mâce) hadîsine göre iftardan önce dua sünnettir. Efendimizin (sav) ve sahabenin yaptığı rivâyet edilen birkaç duâ örneği sunuyoruz:
"Allahım! Her şeyi kuşatan rahmetinle senden beni bağışlamanı diliyorum!" "Susuzluk gitti, damarlar ıslandı ve inşaallah sevap kazanıldı." "Allahım senin için oruç tuttum ve senin rızkınla orucumu açtım."
4- İtikaf:
Ramazana mahsus olmamakla beraber daha çok bu ayda yapılan bir ibadet de itikaftır. İtikaf, Allah rızası için dünya işlerini terkederek bir müddet için erkeğin mescide (camiye), kadının da evinin -ibadet için ayırdığı- bir köşesine kapanması demektir. Ramazanın son on günü içinde her yerleşme merkezinden bir müslümanın camide itikafa çekilmesi müekked sünnettir. Herhangi bir zamanda bir müslümanın kısa veya uzun bir müddet camide itikaf yapması ise müstehabtır.
İtikafa niyet eden kimse camiin bir köşesinde kalır, gece ve gündüz, zaruretler dışında dışarıya çıkmaz, tefekkür, namaz, zikir, dinî sohbet, ilmî müzakere gibi şeylerle vakit geçirir. Günah olmayan sözleri söylemek, konuşmak da yasak değildir.
İnsanın bir gün istemese de terkedeceği dünyadan ve dünya işlerinden isteyerek bir müddet için çekilmesi, kendisini ibadete vermesi, Allah ile beraberlik saadetine erme temrinidir. İtikaf insana derlenip toparlanma hayatının muhasebesini yapma, geleceğini Allah'a kulluk prensibine en uygun bir şekilde planlama... fırsatı veren müstesna bir ibadettir.
5- Teravih namazı:
Ramazan ibadetlerinden biri de "teravih namazı"dır. Fahr-i kainat Efendimiz (sav) Ramazan gecesi bu namazı kılmaya başlamış hemen sahabe de O'na uymuş idi. İkinci gece aynı ibadet aynı şekilde tekrarlanmış, üçüncü gece Peygamberimiz (sav) bu namazı kılmak üzere mescide çıkmamıştır. Ertesi günü bunun sebebini "farz olmasından çekindiği" şeklinde ifade etmiştir. Efendimiz'in (sav) hem sözlü teşvikleri, hem de bizzat kılması, kendisinden sonra da hulefâ-i râşidînin bu ibadete devam etmeleri, Hz. Ömer'in tensibi ile cemaat halinde kılınmaya başlaması onun müekked sünnet olduğunu göstermektedir.
Teravih namazı, yatsı ile vitir arasında kılınır. Sekiz, yirmi ve otuz altı rek'at kılındığına dair rivâyetler ve uygulamalar vardır. Hanefîler yirmi rek'atı tercih etmişler, memleketimizde tatbikat bu şekilde olagelmiştir.
Teravih namazı ikide, dörtte, sekizde, onda bir selam verilerek kılınabilirse de en faziletlisi iki rek'atta bir selam ile, en pratiği ise dörtte bir selam ile kılınan şeklidir.
Bu namazı cemaatle kılmak sünnet-i kifayedir; yani her yerleşim merkezinde en az bir cemaatle (camide ) bu namazın kılınması sünnettir. Herkes evinde kılarsa cemaat sünneti terkedilmiş olur. Bir grup cemaat olarak camide kılarsa diğerlerinin evlerinde kılmaları da caizdir. Ancak camide cemaatle kılmak daha faziletli ve sevaplıdır.
6- Oruç ahlâkı:
Orucun bir terbiye vasıtası olduğuna, insanın alışkanlıklara, gazap, şehvet gibi saptırıcı, günaha itici faktörlere karşı güç ve hakimiyet kazanması hedefine yönelik bulunduğuna yukarıda işaret etmiştik. Oruç tutan müslüman yalnızca yeme, içme ve birleşmeyi terketmekle kalır; dilini, kalbini, gözünü, elini, hasılı bütün duygu, düşünce ve uzuvlarını ibadet için seferber etmez ve özellikle günahtan menetmezse orucu çok eksik kalacak, şekilden ibaret olacak, ruh ve manasından soyulmuş bulunacaktır. Yine yukarıda zikrettiğimiz hadîslerde Nebiyy-i Ekrem (sav) Efendimiz müslümanları bütün uzuvlarıyla oruç tutmaya teşvik ediyor, böyle bir orucun büyük neticelerini müjdeliyorlardı. Şu hadîs bu konuda çok düşündürücüdür: "Nice oruçlu vardır ki, orucundan kendisine kalan yalnızca açlıktır; nice geceleri namaz kılan vardır ki, namazından yanına kalan yalnızca uykusuzluktur." (Nesâî, İbn Mâce, Hakîm)
7- Fukaraya yardım ve Kur'ân okumak:
Buharî'nin naklettiği bir hadîse göre her zaman cömert ve fukaraya karşı merhametli olan Rasul-i Ekrem (sav)'in bu vasıfları Ramazanda doruk noktasına ulaşırdı. Nimet, lûtf ve ihsanı, esen yel gibi herkese ulaşırdı. Ramazanın her gecesinde Cebrail O'nu ziyarete gelir, karşılıklı Kur'ân-ı Kerîm okurlardı.
Salih kullar ve sünnet aşıkları Ramazan ayında fukarayı daha ziyade görüp gözeterek, Kur'ân-ı Kerîm'i de en az bir kere hatmederek bu sünneti ihya etmekten geri kalmamaya çalışırlar.
Efendimiz bilhassa Ramazanın son on gününde geceleri daha çok ibadetle meşgul olur, ailesini de bunun için uyandırırdı. Kur'ân-ı Kerîm'in "bin aydan daha hayırlı olduğunu" ifade buyurduğu Kadir Gecesi'nin son on gecenin birinde olması ihtimali diğer gecelerdekinden daha kuvvetlidir.
Son on gecenin ihyası bu büyük fırsatın değerlendirilmesini de temin edebilecektir.
Orucu bozan şeyler:
Orucu bozan şeyler iki gruba ayrılır: Birinci grup orucu bozan, hem kaza hem de keffaret gerektiren, ikinci grup ise orucu bozmakla beraber yalnızca kaza gerektiren şeylerdir.
Kaza: Ramazandan sonra, uygun bir zamanda, geçirdiği orucu tutmaya niyet ederek -tutamadığı her oruca karşılık- bir oruç tutmaktır.
Keffaret: Sırayla bir köle veya cariyeyi azad ederek hürriyete kavuşturmak, bunu yapamazsa iki ay aralıksız oruç tutmak, bunu da yapamazsa altmış fakiri birer gün doyurmak veya bunun bedelini vermektir.
Orucu bozan, hem kaza ve hem de keffareti gerektiren şeyler:
1-Kasten, bilerek cinsî temasta bulunmak.
2-Bilerek yemek ve içmek.
Bunlardan birincisinde bütün İslâm müctehidleri ittifak etmişlerdir. İkincisinde (cinsî birleşme dışında) keffaretin gerekmesi Hanefîlerin de dahil bulunduğu birtakım müctehidlere göredir.
Keffaretin gerekmesi için Ramazanda oruca niyet edilmiş olması, bilerek ve isteyerek bozulmuş olması, bozduktan sonra hastalık, yolculuk gibi bir durumun ortaya çıkmaması şarttır.
Orucu bozup yalnızca kaza gerektiren şeyler:
1- Normalin dışında cinsî temas.
2- Öperken veya dokunurken boşalma.
3- Lavman yaptırmak, kulak veya buruna ilaç damlatmak, başta veya vücuttaki bir yaraya ilâç koymak suretiyle karın veya dimağa ilâcın girmesine sebep olmak. İmam Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre vücudun tabiî deliklerinden değil de yara ve çıban gibi sonradan açılan yerlerden giren şey orucu bozmaz.
4- İmsak olmadı veya iftar zamanı geldi zannederek yemek ve içmek; sonra da yanıldığını anlamak.
5- İsteyerek ağız dolusu kusmak ve anormal şeyleri yemek. Bunlar ve benzeri durumlarda oruç bozulur; ancak keffaret değil, yalnızca kaza gerekir.
Orucu bozmayan şeyler:
1- Oruçlu olduğunu unutarak yemek, içmek ve birleşmek
2- Oruçlu iken uykuda ihtilâm olmak.
3- Kadına bakarken dokunmadan boşalmak.
4- Krem veya sürme kullanmak.
5- Eşini öpmek.
6- Gıybet etmek.
7- İstemeden kusmak.
8- Boğazına toz vb. kaçmak.
9- Geceleyin cünüb olup yıkanmadan imsak vaktini geçirmek.
10- Dişlerinin arasında kalan ve nohut tanesi kadar olmayan bir şeyi yutmak.
11- Denizde, nehirde, banyoda ve benzeri yerlerde yıkanmak, banyo yapmak.
12- Deri altına, adaleye veya damara iğne yaptırmak.
İğne yaptırmanın orucu bozacağı görüşünde olanlar bulunmakla beraber; eskiden fetvahanede ve 1948 yılında Ezher Üniversitesi'nin Fetva Komisyonu'nda iğnenin orucu bozmayacağı yolunda fetva verilmiştir.
Rahatsızlığı sebebiyle iğne yaptırma durumunda olup bunu gece yaptırmakta güçlüğe maruz kalanlar bu fetvadan istifade ederek iğnelerini gündüz, oruçlu iken yaptırabilirler. Hasta olmayan, yahut gece kolayca iğne yaptırabilenler oruçlu iken bunu yaptırmamayı tercih etmelidirler.
bura